Latın Amerika ülkesi Ekvator'dan Dr. Miriam Estrada- Castillo yıllar önce İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Merkezi'nin düzenlediği bir seminerde yaptığı konuşmasında sözlerine şöyle başlamıştı:
"Kadının İnsan Hakları Uzmanıyım, Ekvator Yüksek Mahkeme Başkanıyım, Uluslar arası Ceza Hukuku Uzmanıyım, Ekvator Parlamento Üyesi ve Sosyal İlişkiler Bakanıyım (1986-90) Latin Amerika UNESCO temsilcisiyim, CEDAW Komitesi Eski Üyesiyim, BM Güvenlik Konseyi hukuki ve siyasi danışmanıyım, "Ve Şiddet Mağduruyum."
"Hayatım boyunca kadın mücadelesi verdim" diyen Miriam Estrada şöyle devam etmişti:
"Uluslararası hukuki çerçeve şöyle çizilmiştir: Kadına karşı her türlü şiddete sıfır hoşgörü. Artık şiddetin herhangi bir mazereti yoktur. BM'in 58/185 sayılı Genel Kurur Kararı "Kadın erkek eşitsizliği büyük bir insan hakları ihlalidir" sonucunu doğurdu. Suçlu sadece erkek midir? Yoksa tüm anlaşmalara imza atan hükümetler midir? Karar, o toplumu yöneten devletin ve içinde yaşadığı toplumu sorumlu tutuyor. Toplumda kadına yönelik şiddet, suçlar arasında en demokratik olanıdır. Yani zenginseniz de, fakirseniz de, parlamenterseniz de, işçiyseniz de herkese oluyor. Tüm yurt içi mekanizmaları şikayet edebilirsiniz. İdealinizin sonucunu görmeye umudunuz olmasa bile devam ettirmelisiniz. Bu dünyada sosyal cinsiyet bilinci yok."
Buradan yola çıkarak; ben de kadın hakları savunucusu olduğum ve bu alanda 23 yıldır yayın yaptığım gazetem adına meslektaşım İsmail Küçükkaya olayına değinmek istiyorum.
İki yıl evlilikten sonra anlaşmalı boşanan Küçükkaya çiftinin açıklamalarını titizlikle takip ediyorum. Neden titizlikle diyeceksiniz?
Çünkü İsmail Küçükkaya kendisininde söylediği gibi çok ünlü dolayısıyla da çok güçlü!. Fox TV'nin sabah kuşağının en çok izleneni.. Bu nedenle kendisinin özel hayatıyla yıpratılmak istendiği ve siyaseten kamuoyunda etkili gazeteciler üzerinde son zamanlarda kurgulanan etkisizleştirme ve itibarsızlaştırma kampanyası yürütüldüğü.. gibi iddialar var.
Eğer bu kişi İsmail Küçükkaya olmasaydı, toplumumuzun büyük bölümü anında tepki gösterecekti, bundan eminim. Şiddet konusunda toplumumuzda nedense başarılı, iyi profil çizen erkeklere "konduramama" tavrı gelişiyor ve karşıdaki kadının iddialarını suçlayacak argümanlar bulunuyor. Bunu kadınlar da yapıyor, erkekler de. Böylece şiddetin dili devam ediyor.
Küçükkaya'nın eski eşi Eda Demirci boşandıktan sonra da olsa evlilik süresince fiziksel, psikolojik şiddet ve aldatma iddiasında bulunuyor.
Böyle bir durum karşısında biz kadınlar 'mağdur kadın'ın iddialarına inanırız. "Eda da haketmiş" deyip onu yargılayarak şiddeti görmezden gelemeyiz, gelmemeliyiz.
Bu olay bana yine yıllar önce kadın örgütleri toplantısında konuşan Global Fund for Women örgütünden A. Hillar'ın hiçbir zaman unutamadığım sözünü hatırlattı: "Biz kadınlar birbirimize güvenmeliyiz. Yalan söyleyen bir kere hata yapar, o da kendine."
Ayrıca, iki kişinin yaşadığı bu olayda beni en çok üzen ve düşündüren; aile içi şiddete *Atatürkçülüğün" karıştırılmış olması! Olayın "Atatürkçülükle" kamufle edilmeye çalışılması!
Ne zamandan beri şiddet uygulayan bir erkeğin düşüncesi veya siyasi kimliği sorgulanır oldu?
Türkiye maalesef kadınıyla erkeğiyle şiddetin öznesini yok sayarak, sınıfta kaldı.