Umberto Eco, (1932-2016), bir çalışmasında “Geçmişle ilgili onsekiz yaşındaki
birilerine, onlar doğmadan elli yıl önce
hükümette kimin olduğunu neden bilmek zorunda olduğu gibi bir soruyu sorduğunu;
ama ben onsekiz yaşındayken biliyordum” diye cevap verdiğini, “ üstelik önceki
yüzyıla ait bilgilerdi diyerek, geçmişle
ilgilenmenin geleceğe hazırlanmak olduğunu vurguladığını görmekteyiz
birilerine, onlar doğmadan elli yıl önce
hükümette kimin olduğunu neden bilmek zorunda olduğu gibi bir soruyu sorduğunu;
ama ben onsekiz yaşındayken biliyordum” diye cevap verdiğini, “ üstelik önceki
yüzyıla ait bilgilerdi diyerek, geçmişle
ilgilenmenin geleceğe hazırlanmak olduğunu vurguladığını görmekteyiz
Pek
çok kişi “tarihin yaşamın öğretmeni olduğu” atasözünü söyler, ancak Almanya’nın savaşçı bir uniter devlet
olmadığını dikkate alsaydık, Birinci Dünya Savaşına birlikte girmezdik. Atatürk’ün Anıtkabirde
teşhir edilen kitaplarında, kenarına köşesine notlar aldığı, dikkatinizi çekmiş
olabilir. kuşkusuz, tarihi incelemek, gelecekteki başarıya giden yolun
unsurlarını anlamakta önemli olmuştur.
çok kişi “tarihin yaşamın öğretmeni olduğu” atasözünü söyler, ancak Almanya’nın savaşçı bir uniter devlet
olmadığını dikkate alsaydık, Birinci Dünya Savaşına birlikte girmezdik. Atatürk’ün Anıtkabirde
teşhir edilen kitaplarında, kenarına köşesine notlar aldığı, dikkatinizi çekmiş
olabilir. kuşkusuz, tarihi incelemek, gelecekteki başarıya giden yolun
unsurlarını anlamakta önemli olmuştur.
Gençlik kavramından genel olarak,
hayatın kronolojik sırasındaki bir ön dönem anlaşılır. Bu tanımlama, gençlik
kavramının fiziksel yönünü verir. Bu anlatım, yanlış olmamakla birlikte Atatürk
açısından noksandır. Bu tanımlamada, Atatürk’ün gençlikten beklediği
Türkiye’nin geleceğini sahiplenme, Türkiye Cumhuriyetinin kurucu ilkelerine
katılma, onu koruma, onu sürdürme hareketliliği yoktur. Oysa, Atatürkçü anlayış
içinde gençlik; Ülkesi ve Milleti için Atatürk’ün kendi gönlünde duyduğu o
sonsuz sevgiyi paylaşan, o en yüce vatan ve gerçek aşkına ulaşan bu inancın
etkisi ile çağdaş uygarlık düzeyine yükselebilen bir cevherdir. Atamıza göre
genç, yaşı otuzu geçmeyen kişi demek değildir. Genç; işçisiyle, köylüsüyle,
kentlisiyle her bir çalışanın duygusu, düşüncesi kültürü, ülke ve milletine
bağlılığı, evrensel etik bilimlere yönelmesiyle çalışkanlığı, inancı, dinamizmi
ve bütün varlığı ile enerjik ve atılımcı olandır. Akıl ve bilim dışı kalmış
hatta başka bir ifadeyle “geri kalmışlığa” izin vermeyen bir kimliktir.
hayatın kronolojik sırasındaki bir ön dönem anlaşılır. Bu tanımlama, gençlik
kavramının fiziksel yönünü verir. Bu anlatım, yanlış olmamakla birlikte Atatürk
açısından noksandır. Bu tanımlamada, Atatürk’ün gençlikten beklediği
Türkiye’nin geleceğini sahiplenme, Türkiye Cumhuriyetinin kurucu ilkelerine
katılma, onu koruma, onu sürdürme hareketliliği yoktur. Oysa, Atatürkçü anlayış
içinde gençlik; Ülkesi ve Milleti için Atatürk’ün kendi gönlünde duyduğu o
sonsuz sevgiyi paylaşan, o en yüce vatan ve gerçek aşkına ulaşan bu inancın
etkisi ile çağdaş uygarlık düzeyine yükselebilen bir cevherdir. Atamıza göre
genç, yaşı otuzu geçmeyen kişi demek değildir. Genç; işçisiyle, köylüsüyle,
kentlisiyle her bir çalışanın duygusu, düşüncesi kültürü, ülke ve milletine
bağlılığı, evrensel etik bilimlere yönelmesiyle çalışkanlığı, inancı, dinamizmi
ve bütün varlığı ile enerjik ve atılımcı olandır. Akıl ve bilim dışı kalmış
hatta başka bir ifadeyle “geri kalmışlığa” izin vermeyen bir kimliktir.
Atatürk, gençlik konusundaki ölçüsü
sorulduğunda ise şu cevabı vermiştir: “Eli tutan, kafası işleyen her Türk
gençtir.” O halde, Atatürk’le ilgili incelemelerle, araştırmalara
Atatürkçülüğün yürütücü, ayakta tutucu, geliştirici elemanı olan gençliğe
verdiği önemi dikkate alarak başlamak gerekir. Atatürk, Ulusal Kurtuluş
savaşını genç iken ve gençlerle birlikte vermiştir. Kendi mücadele kadrosunu
seçerken özellikle gençler üzerinde durmuş ve onların fikirlerinden
yararlanmıştır. Gençlerle ülke sorunları üzerinde tartışmış ve değişik
düşünceleri yorumlayıp değerlendirmiştir." Ey yükselen yeni nesil ! istikbâl sizindir. Cumhuriyeti biz tesis
ettik, onu i'lâ ve idame (yükseltecek ve devam )ettirecek sizsiniz." Sözünde,
gençleri ne kadar önemsediğini bulmak mümkündür. Atatürk'ün gençlikten
beklediği görev:
sorulduğunda ise şu cevabı vermiştir: “Eli tutan, kafası işleyen her Türk
gençtir.” O halde, Atatürk’le ilgili incelemelerle, araştırmalara
Atatürkçülüğün yürütücü, ayakta tutucu, geliştirici elemanı olan gençliğe
verdiği önemi dikkate alarak başlamak gerekir. Atatürk, Ulusal Kurtuluş
savaşını genç iken ve gençlerle birlikte vermiştir. Kendi mücadele kadrosunu
seçerken özellikle gençler üzerinde durmuş ve onların fikirlerinden
yararlanmıştır. Gençlerle ülke sorunları üzerinde tartışmış ve değişik
düşünceleri yorumlayıp değerlendirmiştir." Ey yükselen yeni nesil ! istikbâl sizindir. Cumhuriyeti biz tesis
ettik, onu i'lâ ve idame (yükseltecek ve devam )ettirecek sizsiniz." Sözünde,
gençleri ne kadar önemsediğini bulmak mümkündür. Atatürk'ün gençlikten
beklediği görev:
"Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini
ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek" için farkındalık içinde bulunması,
Cumhuriyeti yıkmak isteyecek iç ve dış düşmanlara karşı "vazifeye atılmak
için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin"
hitabına uygun olarak hareket etmesidir. Bayrağa, İstiklâl Marşına, millî ve
manevî değerlere, ülkenin bölünmezliğine karşı gençlik tabii ki duyarlı olacaktır.
Yıkıcı ve bölücü ideolojilere karşı "nemelazımcı" veya “sinmiş” bir
tutum içinde olmayacaktır. Hatta,
Türkiye Cumhuriyeti devletini yok etmeyi amaçlayan iç ve dış düşmanlara
karşı "ülkede iktidara sahip olanlar gaflet ve delâlet ve hatta hıyanet
içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini
müstevlilerin (istila edenler) siyasî emelleriyle tevhid edebilirler"
sözleriyle Dünyada, çıkar ilişkilerinin yapılandırdığı sürekli bir siyasi
uluslararası uzlaşma olamayacağını öngörerek,
iktidar sahiplerinin yaptırım kullanma gücünü ele geçirip, ülkenin ve
milletin aleyhine davranış içine girebileceklerinin de olabilirliğini ve bu
yöndeki gelişimlerin farkında olmalarını Atatürk, gençlikten beklemektedir. Bu
tabi ki de bilgi ile desteklenmiş düşünme gücü gerektirmektedir.
ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek" için farkındalık içinde bulunması,
Cumhuriyeti yıkmak isteyecek iç ve dış düşmanlara karşı "vazifeye atılmak
için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin"
hitabına uygun olarak hareket etmesidir. Bayrağa, İstiklâl Marşına, millî ve
manevî değerlere, ülkenin bölünmezliğine karşı gençlik tabii ki duyarlı olacaktır.
Yıkıcı ve bölücü ideolojilere karşı "nemelazımcı" veya “sinmiş” bir
tutum içinde olmayacaktır. Hatta,
Türkiye Cumhuriyeti devletini yok etmeyi amaçlayan iç ve dış düşmanlara
karşı "ülkede iktidara sahip olanlar gaflet ve delâlet ve hatta hıyanet
içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini
müstevlilerin (istila edenler) siyasî emelleriyle tevhid edebilirler"
sözleriyle Dünyada, çıkar ilişkilerinin yapılandırdığı sürekli bir siyasi
uluslararası uzlaşma olamayacağını öngörerek,
iktidar sahiplerinin yaptırım kullanma gücünü ele geçirip, ülkenin ve
milletin aleyhine davranış içine girebileceklerinin de olabilirliğini ve bu
yöndeki gelişimlerin farkında olmalarını Atatürk, gençlikten beklemektedir. Bu
tabi ki de bilgi ile desteklenmiş düşünme gücü gerektirmektedir.
Toplumdaki büyük mali boşlukların
oluşturduğu ve yarattığı sosyal farklılıklar ve sosyal olumsuz etkiler
neredeyse her ülkede benzerdir. Fakat sömürülen ülkelerde çok daha keskin
sınırlar yerel halk aleyhine yapılandırılmıştır. Yönetimin esnek olduğu
yerlerde, çok uluslu emperyalist şirketler, gayri resmi ekonomiler yaratarak, emperyalist/sömüren/gelişmiş
ülkeler faaliyetlerini yürütmektedir. Bu da emek ve ücret sömürüsü dâhil, çevre
değerlerinin dikkate alınmaması anlamına gelmektedir. İdare tarafından, halk
onaylasın veya onaylamasın, kabul edilmesi meşruiyeti sağlarken, peyzaj
bozulmaları ve her türlü hak ihlalleri, kayıt dışılık yasadışılığa davetiye
çıkarmaktadır. İşin kötüsü her geçen gün, bu model, kök salmaktadır.
oluşturduğu ve yarattığı sosyal farklılıklar ve sosyal olumsuz etkiler
neredeyse her ülkede benzerdir. Fakat sömürülen ülkelerde çok daha keskin
sınırlar yerel halk aleyhine yapılandırılmıştır. Yönetimin esnek olduğu
yerlerde, çok uluslu emperyalist şirketler, gayri resmi ekonomiler yaratarak, emperyalist/sömüren/gelişmiş
ülkeler faaliyetlerini yürütmektedir. Bu da emek ve ücret sömürüsü dâhil, çevre
değerlerinin dikkate alınmaması anlamına gelmektedir. İdare tarafından, halk
onaylasın veya onaylamasın, kabul edilmesi meşruiyeti sağlarken, peyzaj
bozulmaları ve her türlü hak ihlalleri, kayıt dışılık yasadışılığa davetiye
çıkarmaktadır. İşin kötüsü her geçen gün, bu model, kök salmaktadır.
Kolonileşmenin kalktığı da çoğu
kere “sanrı” olarak tanımlanmaktadır. Kukla geleneksel otoriteler, parçalanmış
yapılarda yeni bir despotizm biçimi olarak kurulmaktadır. Dış göçler, politik
yozlaşma ve rant kollama, popülizm, iklim değişikliği gibi karmaşık sorunlar
yeni yetki alanları yaratmaktadır. Sömürge döneminin olumsuz etkilerinden
birisi de eğitimdir. Yetersiz ve gereksiz bilgiler ile eğitim yapılıyormuş
gibi, gençlerin zamanını çalmak ve entelektüel yetersizliğin içine savurmak,
eğitimin içine bazı çatışmacı ideolojileri ve inançları da koyarak savunmak, sömürgeciliğin
önemli aşamalarından birisidir. Mamafih etki-tepki ilişkilerini öngörebilmek,
değerlendirebilmek ve gelişmelere karşı “uyanık olabilmek”, önemli bir
önleyicilik sağlayabilmektedir. Kolonial çıkarımların tarihsel sürecinin
incelenmesi, zaman içinde ayni teorik
yaklaşım ve olgular içinde kalınabileceğinin farkındalığına sahip olmayı
sağlamaktadır. Her türlü sömürgeciliğin
engellenmesi, bağlamların oluşturulması bilimsel ve idari misyonumuzun merkezinde
yer almalıdır. Örgütsel dinamikler ve çalışma biçimlerine ilişkin geliştirilmiş
erişilebilir çalışmalar bu konuda yol gösterici özelliklere sahiptir. Teorik
geçerliliklerin doğrulanmasında, tarihsel ipuçları çok önemlidir.
kere “sanrı” olarak tanımlanmaktadır. Kukla geleneksel otoriteler, parçalanmış
yapılarda yeni bir despotizm biçimi olarak kurulmaktadır. Dış göçler, politik
yozlaşma ve rant kollama, popülizm, iklim değişikliği gibi karmaşık sorunlar
yeni yetki alanları yaratmaktadır. Sömürge döneminin olumsuz etkilerinden
birisi de eğitimdir. Yetersiz ve gereksiz bilgiler ile eğitim yapılıyormuş
gibi, gençlerin zamanını çalmak ve entelektüel yetersizliğin içine savurmak,
eğitimin içine bazı çatışmacı ideolojileri ve inançları da koyarak savunmak, sömürgeciliğin
önemli aşamalarından birisidir. Mamafih etki-tepki ilişkilerini öngörebilmek,
değerlendirebilmek ve gelişmelere karşı “uyanık olabilmek”, önemli bir
önleyicilik sağlayabilmektedir. Kolonial çıkarımların tarihsel sürecinin
incelenmesi, zaman içinde ayni teorik
yaklaşım ve olgular içinde kalınabileceğinin farkındalığına sahip olmayı
sağlamaktadır. Her türlü sömürgeciliğin
engellenmesi, bağlamların oluşturulması bilimsel ve idari misyonumuzun merkezinde
yer almalıdır. Örgütsel dinamikler ve çalışma biçimlerine ilişkin geliştirilmiş
erişilebilir çalışmalar bu konuda yol gösterici özelliklere sahiptir. Teorik
geçerliliklerin doğrulanmasında, tarihsel ipuçları çok önemlidir.
Tarihten gelen öğrenilmiş dersimiz
nedir? Bu konuyu Lenin (1870-1924) genel ve Türkiye özelinde şöyle
özetlemektedir. Bir savaşın gerçek özü, bir yabancı tahakkümünün yıkılması ise
bu savaş ezilen ulus ya da ezilen devlet için ilericidir. Eğer savaşın gerçek
özü, sömürgelerin yeniden paylaşımı, ganimetin bölüşümü, yabancı toprakların
gaspı ise ki, Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) böyle bir savaştır, burada bir
aldatmaca bulunmaktadır. İngiltere, Fransa ve Rusya talan ettikleri sömürgeleri
ellerine tutmak, Türkiye’yi yağmalamak için savaşı yürütüyorlar… Gerçek özü
itibariyle bu savaş ulusal değil, emperyalist bir savaştır… Türkiye’yi ve
sömürgeleri kimin yağmalayacağı için yürütülecektir.
nedir? Bu konuyu Lenin (1870-1924) genel ve Türkiye özelinde şöyle
özetlemektedir. Bir savaşın gerçek özü, bir yabancı tahakkümünün yıkılması ise
bu savaş ezilen ulus ya da ezilen devlet için ilericidir. Eğer savaşın gerçek
özü, sömürgelerin yeniden paylaşımı, ganimetin bölüşümü, yabancı toprakların
gaspı ise ki, Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) böyle bir savaştır, burada bir
aldatmaca bulunmaktadır. İngiltere, Fransa ve Rusya talan ettikleri sömürgeleri
ellerine tutmak, Türkiye’yi yağmalamak için savaşı yürütüyorlar… Gerçek özü
itibariyle bu savaş ulusal değil, emperyalist bir savaştır… Türkiye’yi ve
sömürgeleri kimin yağmalayacağı için yürütülecektir.
Günümüzde ne değişmiştir ? Tavsiye
edilen, kendi ülkesel bağlamlarımızı kurarak, mevcut teorik bilgilerin de
yardımıyla, baskıcı analojilerin (benzetme) nasıl şekillendiğine dikkat ederek,
dönüşümünü ve gelişimini izleyerek yorumlayabilmek ve bu sömürü sürecinin
doğmaması için diyalogları kullanmak ve toplumda bilginin her kesimde
yaygınlaşmasını sağlamaktır. Bilimin desteklediği, güvenlik hamlelerini
geliştirerek, bilimsel yetkinliği korumak ve günün getirdiği her koşulda rekabet
edebilmek önemli bir eşik olarak görülmelidir.
edilen, kendi ülkesel bağlamlarımızı kurarak, mevcut teorik bilgilerin de
yardımıyla, baskıcı analojilerin (benzetme) nasıl şekillendiğine dikkat ederek,
dönüşümünü ve gelişimini izleyerek yorumlayabilmek ve bu sömürü sürecinin
doğmaması için diyalogları kullanmak ve toplumda bilginin her kesimde
yaygınlaşmasını sağlamaktır. Bilimin desteklediği, güvenlik hamlelerini
geliştirerek, bilimsel yetkinliği korumak ve günün getirdiği her koşulda rekabet
edebilmek önemli bir eşik olarak görülmelidir.