Daha Kaç Yüzyıl Gerekiyor?

Hayat aynen Yin Yan felsefesi gibi. Yani iyilik/kötülük, olumlu/olumsuz hep iç içe.

Abone Ol

Hayat aynen Yin Yan
felsefesi gibi. Yani iyilik/kötülük, olumlu/olumsuz hep iç içe. Ama ne yazık ki
yaşanan ülke, bölge ve kültüre göre bu zıtlıkların birinin diğerine oranı
değişebiliyor. Zaman zaman gündelik hayatta tanık olduğumuz olaylar bize bunu
gösteriyor. Şayet dikkatlice çevremize bakarsak bunun pek çok örneğini görmenin
mümkün olduğunu anlayabiliyoruz. Geçtiğimiz haftalarda, seçimden birkaç hafta
önce, son yıllarda adını sıkça duyduğumuz İzmir’in bir köyüne gittim. Köy,
adını şarap festivali ile duyursa da, köyün son beş-altı yıldaki öyküsünü
öğrendiğinizde, şarap festivalinden önce bir kadın kooperatifinin ve bu kadın
kooperatifinin başındaki kadının olayın gizli kahramanı olduğunu anlıyoruz.



İzmir’e yaklaşık 10 km
uzaklıktaki köye, orada kahvaltı yapmak için oldukça erken saatlerde gittik.
İzmir merkezde hava oldukça ılık olmasına rağmen, köyün deniz den yüksekliğinin
yaklaşık 600 metre olması nedeniyle ısı farkı ve rüzgar nedeniyle içimiz
ürperdi. Arabayı park ettikten sonra biraz yürüdük ve bir mekana gittik.
Sabahın erken saatleri sayılabilecek bir zamandı ve mekandaki kadınlar çayı
demlemişlerdi ve kahvaltılık börek vs. hazırlıklarına devam ediyorlardı. Gerek
yürüdüğümüz o kısa yolda, gerekse kahvaltı yaptığımız mekanda ilk anda
karşılaştığımız insanların güler yüzlü ve aydınlık insanlar olduğunu görünce
içimiz ısındı. Bu memleketi, bu coğrafyayı sevmekte ne kadar haklı olduğumuzu
gördük bir kez daha.



Bu şirin mekanda
kahvaltımızı yaptıktan sonra köyün içinde kısa bir yürüyüşe çıktık. Hem çevreyi
geziyor, öte yandan da yerel ürünlerin satıldığı birkaç küçük tezgahta ne var
ne yok, ne alabiliriz ona bakıyorduk. Uzun olmayan bir gezintiden sonra köy
meydanında bulduk kendimizi. Köy meydanındaki dükkanlardan birinin tabelasında
kooperatif yazısını görünce girdik içeri. Benim güzel ülkemin, benim güzel
kentimin, benim güzel köyümün güzel kadınlarından biri vardı içerde. Klasik bir
şalvar ve geleneksel başörtüsü ile aydınlık yüzlü bir köylü kadın vardı karşımızda.
Önce raflardaki satılık ürünlere göz attık. Ardından sohbet etmeye
başladık.  Bir kaç ürün dışarıdan gelse de
daha çok köy kadınlarının ürettiği ev yapımı ürünler vardı raflarda. Tam sohbet
ederken gözüm kapıdaki bir fotoğrafa takıldı. Malum yerel seçim öncesiydi ve
kapıda bir muhtar adayının fotoğrafı vardı. Fotoğraftaki kadın başı örtülü
olmayan bir kadındı, ama karşımda duran kadındı.  Yine de emin olmak için, kadına, kendisinin
olup olmadığını sordum. “Evet.” dedi. Ben durumun nasıl olduğunu sordum. Ve ne
yazık ki, duyduklarım hiç de mutlu etmedi beni. Her ne kadar eril iktidar ve
egemen erkek davranış ve söylemini biliyor olsam da, yine de köy de olsa
İzmir’in bir köyü olduğu için şaşırmadan edemedim.



Kadın, yaklaşık 6 yıl
önce kooperatifin kurulmasında ön ayak olduğunu, köylerinin bu noktaya
gelmesinde, tanınmasında ve katma değer yaratılmasında çok emeğinin olduğunu
anlattı. Ben de “ E o zaman desene muhtar seçilirsin artık”  deyince kadın sıkıntılı ve üzüntülü bir yüzle
konuşmaya başladı. "Yok, ne yazık ki hiç de öyle değil. Erkekler bana oy
vermeyi düşünseler de, arkadaşlarının, çevresinin tepki vermesinden ve
kendisiyle dalga geçmesinde korktuğu için bana oy vermeye çekiniyorlar.” İster
istemez Tayfun Atay’ın “Erkeklik en çok erkekleri ezer”  cümlesi geldi aklıma. Ve ne yazık ki,
erkeklerin kendi özgür iradelerinin önünde, yüzyıllardır üretilen erkek kimliği
bariyer idi. Bir taraftan başarının ödüllendirilmesi gerektiğini
düşünüyorlardı, ama öte yandan, sağdan soldan gelebilecek laflarla erkekliklerine
helal gelebileceği endişesi taşıyorlardı. İster istemez, İzmir’in köyünde bile
bunlar yaşanıyorsa….”  diye düşünmeden
edemedim.



Sağlık ve sevgiyle
kalın.