Amerika’da son bir hafta içinde yaşanan olayları tek başına ırkçılık üzerinden ele almak çok doğru olmaz. Aslında asıl mesele iktidar sorunu. Kendini güçlü ve çoğunlukta görenlerin, cinsiyetçi erkek aklın, otoriter, şiddetçi ve ırkçı gösterisi.
Mesele Connell’ci anlamda bir hegemonik erkeklik meselesi. Beyaz erkeğin, her zaman ve her koşulda güç sahibi olduğunu düşünenin, muktedirin bir gövde gösterisi. Dinmeyen ırkçı öfkenin şiddet dolu sahnesi. Baskın erkek kültürün yitirdiği ve/veya yitirdiğini düşün(dür)düğü toplumsal ve politik gücün kendinde olduğunu herkesin gözünün içine baka baka gösterme arzusu.
Siyahi George Floyd’un boğazına, ensesine dayanan beyaz erkeğin dizi, aslında fiziksel gücü değil, toplumsal gücü, polisin, devletin gücünü gösterme biçimidir. Sonucu ölümle biten bu ırkçı gösteri, yetkiyi elinde tutan beyaz erkeğin, devlet şiddetini zalimce kullanması. Hegemonik, normatif erkekliğin cinsiyetçi ve ırkçı gösterisi.
Asında tarihinde ilk kez Amerika’nın Siyahi bir başkanı, B. Obama, da olmuştu. Ama egemen iktidar formları bunu hazmedemedi anlaşılan. Obama’nın döneminde ırkçılık bu kadar aleni ol(a)madı, hatta iktidarı hiç elinde bırakmamasına rağmen, kendini mağdur gösterdi ve pusuda bekledi. Trump’ı iktidara getiren bu pusuydu. Beyaz erkeğin ve muktedir(ler)in bir süreliğine yitirdiğini sandığı ve kendini mağdur gösterip, iktidarı yeniden ele geçirme vaadiyle popülist sağ değerlerle siyaset yapma biçimiyle yaptığı propagandanın zaferiydi bu ölüm ve öldürme biçimi Trump’ın seçim kampanyasına damgasını vuran “Amerika’ya gücünü yeniden kazandıracağız” söylemindeki mesaj, beyaz erkeğin milliyetçi, cinsiyetçi, hatta mizojenist ve ırkçı siyaset anlayışını yansıtıyordu. Trump’ın seçimi kazanmasında bu söylem; siyahilere, İspanyol kökenlilere ve göçmenlere karşı çok işlevsel olmuştu. Bu Deniz Kandiyoti’nin günümüz toplumsal cinsiyet ilişkilerini açıklamakta kullandığı bir ifade olan eril restorasyon üzerinden, yani güçlü ve iktidarda olmasına karşın kendini mağdur göstermeye çalışma anlayışı üzerine kurulmuştu. Karşılığını da buldu ve Trump’ı ve temsil ettiği “sözde mağdur beyazları” iktidara getirdi. Kısa bir sürede olsa kaybettiğini düşündüğü iktidara geri gelmenin verdiği gücü, nasıl olsa bana bir şey olmayacak anlayışı ve güç gösterisiyle, ırkçı bir polis şiddetiyle sahne alarak Floydu boğdu. Aslında sosyal medyada yer almasaydı belki de olay tıpkı diğerleri gibi bu sefer de kapatılabilirdi. Ama bu tür olaylar Trump’ı iktidara getirdiği gibi götürebilir de…
Bu sefer beklenmedik bir biçimde Pandemi gündeminde tüm sosyal mesafeyi koruma söylemleri bir tarafa itilerek, muhtemel vaka sayısını katlatacak bir biçimde, yüzbinleri, sadece Minneapolis’te değil, diğer pek çok eyalete taşan bir karşı gösteriye dönüştü. Kadını-erkeği, siyahisi-beyazıyla insanlar sokaklara döküldü. Her tür eşitsizliğe ve ırkçılığa karşı gösterilere katıldı. Bu aynı zamanda toplumsal cinsiyet açısından da yükselen otoriter, hukuksuzluğu kendine şiar edinen hegemonik erkekliğe, liderlilere ve liderliğe karşı da bir isyan aslında. Beyaz erkekle her tür eklemlenme ve güç ilişkisine girmiş olan ve şiddet kullanma tekelini eline almış olana, güce karşı bir gösteri. Belki de bu “Amerikan Baharıdır”, kim bilir? Sürecin aynı zamanda bu yıl Kasım ayında yapılacak Amerikan başkanlık seçimleri öncesine denk gelmesi, bir iktidar mücadelesine dönüşmesine de yol açmış görünüyor. Önümüzdeki günlerde hep birlikte takip edeceğiz gelişmeleri.