TV’de “erkekçe” sürdürülen savaş, çatışma haberlerinden gına geldi. Suriye’de Baas’cı rejimle, ÖSO savaşçıları “erkekçe” savaşıyor. Karşı tarafı teslim alana, “zafere” kadar “ölümüne” savaşıyorlar. Ölenlerin, evi başına yıkılanların çoğu ise, savaşanlar değil, sivil halk. Yaşlılar, kadınlar, çocuklarölmemişlerse eğer kaçacak yer arıyor. Ateşkes ve görüşme çağrılarına iki tarafın da kulağı sağır. İki tarafın da benimsediği ataerkil anlayışa göre, “erkekçe” savaşılır ama zafer kazanmadan , gücünü kabul ettirmeden uzlaşmak , barışmak “erkekliğe” sığmaz.
Türkiye’de de öyle. PKK ve devletin güvenlik güçleri karşı tarafı dize getirene kadar ölümüne , “erkekçe” savaşıyor. Her iki taraftan savaşan erkekler ve de “savaş zayiatı” olarak siviller ölüyor. Zaten asıl eziyeti evleri, okulları, yolları, ormanları , akrabaları yok olan sivil halk çekiyor.
Ateşkes, görüşme çağrıları “erkekliğin”, ataerkil zihniyetin duvarına çarpıp geri dönüyor. Kimse burnundan kıl aldırmıyor. Ama hapiste yüzlerce kişi açlık grevinde ölüme doğru gidiyor. “Koskoca devlet, eli silahlı zorbaya pabuç bırakmaz” diyen hükümet, karşı tarafı pes ettirecek “erkekçe” bir zafer peşinde. PKK, savaşarak, şiddet kullanarak hükümeti dize getirmeye ve kendi koşullarını ne pahasına olursa olsun dayatmaya çalışıyor. Okulları bile bombalıyarak “erkekçe” savaşıyor.
Elbette, uzlaşmazlıkların, sorunların asıl nedeni, çeşitli biçimler alan ataerkil düzenlerin yarattığı adaletsizlikler ve güç hırsıdır. Ataerkil düzenler, yalnızca erkeklerin kadınları ezdiği rejimler değildir. İktidarda olanın, gücü elinde tutanın ırk, etnisite, milliyet, sınıf, din, cinsel tercih/yönelim temelinde diğerlerini ezdiği, adil olmayan hiyerarşik düzenlerdir. Bu koşullarda, adalet ve eşit haklar için, bu düzene karşı mücadele etmekten başka çare yoktur. Ama nasıl? Unutmayalım, şiddet ve savaş kültürü ataerkil düzenin ürünüdür. Üstelik bu şiddet ve savaş kültürü, ataerkil düzeni sürekli olarak yeniden üretmektedir.
Ataerkil kültürün bize bellettiği tek sorun çözme yöntemi şiddet ve savaş , yani militarist yöntem olageldi. Yani “erkekçe” savaş. Peki ama, adalet ve hak arayışında olanların bu yöntemle, hiyerarşik, adaletsiz rejimi gerçekten değiştirmesi ne kadar mümkün? Ya da, bu yolla yeni kurulan rejimin yine bir ataerkil, adaletsiz rejim olmasından kaçınmak mümkün olabildi mi? Feminizm, militarizm ve barış kültürü üzerine çalışanlar, bu sorulara olumsuz yanıtlar veriyor. Tarihin yanıtı zaten olumsuz. Çünkü sürekli bir barış ve herkes için adil bir düzen “erkekçe” bir savaşla ve “erkekçe” bir barışla kazanılamaz. Şiddetsiz bir mücadele sürecinde, adalet ve insan hakları temelinde ataerkil düzeni dönüştürerek kurulabilir.
Bizde durum ne? Hükümet , PKK ve meclisteki partiler taktik oyunlarla “mış” gibi yapmakla yetinip karşılıklı şiddetin sürmesini sağlıyorlar. Hal böyleyken, biz kadınlar, “erkekçe” savaşan ve uzlaşma aramayan tarafların yarattığı ortamda ailede ve toplumda artan erkek şiddetiyle boğuşurken, sürekli taraf tutmaya, kutuplaşmaya çağrılıyoruz. Üstelik, bu ortamda kadın sorunları neredeyse görünmez hale geliyor. Kadınların eşitlik ve özgürlüğü için mücadele etme gücü bölünüyor. Kadın sorunları için mücadele neredeyse lüks haline geliyor. Öyleyse duruma kadınlar el koymalı. Ama nasıl?
Bence kadınların yeniden kendi sorunları temelinde, ataerkil düzene, erkek egemenliğine karşı mücadele gündemlerini belirleme, güçlerini birleştirme zamanı geldi. Bu mücadele içinde biz kadınlar, din, mezhep, etnisite, cinsel yönelim, sınıf gibi farklılıklarımızla yer aldıkça, kadınlar arası diyalog ve empati güçlenebilir. Üstelik bu yolla kadınlar, toplumda adalet ve insan hakları temelinde şiddetsiz mücadele kültürünün gelişmesine, bunun mümkün olduğunun görülmesine de katkıda bulunmuş olur. “Erkekçe” sorun çözemeyenlere, sorunları kadınca çözme yollarının var olduğunu gösterme zamanı gelmedi mi?