İklim değişikliklerinin fırtına, sel gibi meteorolojik afetler yarattığı küresel ortamda, gıda güvenliğini: insan ve hayvan/bitki ile sektörel bütünleşiklik içinde düşünmek zorundayız. Birleşmiş Milletler’in 2021 küresel beslenme raporuna göre Covid-19 salgınıyla birlikte aç insan sayısı 811 milyona yükselmiştir ve dünya nüfusunun yüzde 10'u yetersiz beslenmektedir. 2030 yılında gıda sorunlarının çözümlenmesini hedeflenmişti ancak Ukrayna savaşı gıda güvenliğini ciddi bir şekilde tetiklerken, ülkeleri de bir bakıma çok yönlü silkelemiştir. Türkiye bu hareketliliğin dışında değildir.
Bazı slogan deyişler vardır. Çocukluğumuzdan beri hafızalarımıza adeta yerleşmiştir. Çünkü beş duyumuzla kontrol edilmektedir. “Türkiye bir tarım ülkesidir” gibi …
Oysaki, Türkiye’yi tarım ülkesi zannederken, Dünya’daki tahıl üretiminde en başta giden iki ülkenin Rusya ve Ukrayna olup (60 milyon ton ay çiçek üretiminin yarısını Rusya ve Ukrayna üretmektedir. Tahıl, yağlı tohumlar ihalesi bu iki ülkede kalmış olmalı veya idi. ) savaşmalarının diğer ülkeleri de Türkiye dâhil çok olumsuz etkilediği anlaşılmıştır. Neden böyle olmuştur? Dünya düzeni için politika üretenler böyle karar vermiş olmalılar. Şimdilerde bu fikirden vazgeçilmiş görünmektedir? Mısır gibi tarım ülkelerinde de?, söz konusu savaş nedeniyle, insanların bir parça ekmek için dövüştüğünü izledik. Mısır ülkesi için internetten erişilebilen kayıtlara göre ortada farklı sektör ağları kalmamış olup, petrol üzerinden ekonomi yürütülmektedir. “Büyük Asvan Barajı” projesi (21 Temmuz 1970) Nil Nehri üzerine inşa edilirken “sulama ve tarım alanında ilerleme sağlanacak, fakirlikle mücadelede ilerleme kaydedilecek” iddiası ile hayata geçirilmiş, ancak Mısır ülkesini, toprak dengesini bozarak, ekonomik olarak çökertme için tarihten gelen görevini fazlasıyla yapmıştır. Barajın yapılmasına mali destek veren ülkelerden birisi de kayıtlara göre, yukarda sözü edilen tarım ambarı ülkelerden Rusya’dır.
Dev barajlarla ülkeyi donatmak, sömürgeleştirmenin temel fonksiyonu olarak literatürde yerini almıştır. Aslında küçük ölçekli su tutma mekanizmaları “gölet” daha uygun olsa da, maksada hizmet etmeyeceğinden, gölet adı altında baraj yapıp, Çevresel Etki Değerlendirme kontrolünden çıkmak da, ülke çökertme, tarım topraklarını tarımdan uzaklaştırma, halkı başka yerlere yöneltme işsiz bırakma, toprak altındaki kültür mirasını gözlerden kaçırarak, kültürel hafızayı yok etme gibi gibi toplumsal kalkınmayı engelleyen olumsuz dışsallıklar yaratmaktadır. Sömürgeleştirilen ülkelerde en önemli konu, gereksiz yere inatla baraj yapılması yanında yine sözde yatırımlarla halkı oyalamaktır. Başka bir ifadeyle sorun gideriyor gibi politik iklim yaratarak ve bir zaman için halkı ümitlendirerek yatıştırmaktır.
Türkiye’nin konumuz itibariyle, tahıl olarak bazı ülkelere %80’in üstünde bağımlı olduğu görülmektedir. Bu da kamu politikası olarak ülkemizin tahıl üretme zengin potansiyelini değerlendirerek, tahıl üretimini çiftçi ve toplum lehine geliştirmesini çok önemli hale getirmektedir. Bir ülkenin kendi imkân ve araçlarını kullanmayıp, dışa bağımlı kalacak ithal ekonomisini sürdürmesi, bir bakıma kendi ülke halkı üzerinden diğer ülkelerin kalkınmasına hizmet etmesi anlamına gelmektedir. Oysaki pandemi döneminde özellikle emperyalist ülkeler gıda üretimi artışına yönelmişlerdir.
Gıda ve Enerji kritik sektörlerden bütünleşik düşünülmesi gereken bir ikili olup, akıllı toplum ülkeleri, tarım konusunu nasıl yöneteceği hususunu planlamaktadır. Çünkü gerek pandemi gerekse savaşlar (sürdürülebilirliği bulunan iki değişken) ülkelerin kendi başlarına kaldıklarında ne yapabileceklerini düşünmelerine yol açmıştır. Türkiye’de, tarım 1980’lerden bu yana artan oranda, artık gereksiz bir sektör olarak zihinlere kazınmış iken, bu fikrin yürürlükten kaldırılmasının bir zorunluluk olduğu artık bilinmektedir. 1950’li yıllarda Marshall yardımı adı altında tarıma fazladan giren traktör ve birden niteliksiz hale gelen tarımsal işgücünün kentlere gelmesi ile giriş yaptığımız “kentleşme derslerinde” de artık yardım adı altında “aslında gerçekten yardım” yapılmayabileceğinin de anlatıldığını bu vesile ile hatırlatmak yerinde olacaktır. Özetle artan gıda fiyatlarıyla bir bütün olarak gelecekte tarım ve su konusunda önemli risk hesapları yapılmaktadır.
İlerde paramız bile olsa, gıda ürünü alamayabiliriz. Cıvataları yiyemeyeceğimizi biliyoruz. Aslında çok şanslı bir coğrafyada olduğumuzu ve bu işin uzmanlarına göre tahıl üretimi açısından ürün ithaline gerek olmadığı ve vazgeçmek zamanı geldiği önem taşımaktadır. Çiftçilerimizi desteklemek ve stratejik olarak da üretimin kalitesi için iklim sorunlarına karşı “kuraklık/fırtına, hortum vb” bilimsel çalışmalar yapmak, doğa ile barışık yaşamak zorundayız. Özetle her ülke kendi tarım politikasını, ülkenin sürdürülebilir geleceği için planlamak zorundadır.
Gelecek 50 gıdası gibi çalışmalarda önde giden gıdalar ülkelerin kendi iklim koşullarına göre daha çok buğday ve baklagiller olarak gösterilmektedir. Aslında, tarım ve gıda ürünlerinin çeşitlendirilmesi gerekmektedir. Sadece kriz dönemlerinde bu konular (gıda güvenliği), dikkate alınıp tartışılmamalıdır. Miktar ve kalite yönüyle gıda güvenliği, öncelikli bir kamu politikası olup, merkez-yerel yönetim işbirliği ile çözümlenmelidir. Kırsal mahalle çalışmalarında, belediyeler genelde, kendilerinden beklenen idari desteği, kendi bütçelerinde emlak, arazi vb gelir azalması ortaya çıkacak endişesi içinde, tarım arazilerinin tarım dışı kullanımından yana kullanarak ve tarım destekli aktif rolü oynayamayarak, sabırları zorlamaktadır.
Başta sömürülen Afrika ülkeleri olmak üzere, diğer gelişemeyen ülkelerde de literatürde ortaklaşılan ve kırsal kalkınmayı engelleyici öne çıkan konular, araştırma sonuçlarına göre, kalkınma tarımdan neden kaçmaktadır, başlığı altında şöyle gelişmektedir. “ Elitler: hükümet edenler ve ekonomik çıkar grupları ‘teknokratlar, bürokratlar ve politikacılar’, politika oluşturmada ezici güce sahip olarak yerel girişimlere danışma/bilime saygı eksikliği göstermektedir. Kırsal alanlarda gereksiz ve yetersiz program yürütmek, kırsal alanlarda halka itibar etmeme gibi nedenlerle halk aslında tarımdan uzaklaştırılmaktadır. Güya tarımsal kalkınma için yeni proje uygulamasından bahsederek gerekli adımların hızla atılmaması, uygulama gecikmeleri yanında, proje bütçesinin politik yozlaşma ve rant kollamaya yönlendirilmesi, kırsal-kentsel altyapı eşitsizliği unsurlar kırsal kalkınmayı engelleyen asıl faktörler olarak görülmektedir. Tavsiye edilen özellikle kırsal kesimde yaşayanların oylarını kırsal alanlarda kalkınma pazarlığı yapmak için kullanmalarıdır.”
Nihai tahlilde, kırsal sürdürülebilirlik, ve toplum kalkınması- ülke sürdürülebilirliği birbiriyle bağlantılı olup, söz konusu kalkınma tavsiyeleri, ülkelerin kendi imkân ve araçlarına ve politik arena koşullarına göre genişletilebilir bir özellik taşımaktadır.
- Prof.Dr. Zerrin TOPRAK- DEÜ- İİBF Kamu Yönetimi Bölümü
- e mail: zerrintoprak@gmail.com