Ülkemizde önlenemeyen ya da önlenmesi konusunda eril toplumsal düzenin ve siyasal erkin çok da samimi olmadığı, kadınları itaat ettirmek ve baskı altına almanın yolu olarak gördüğü, her inanç, ideoloji ve sınıftan erkeğin de neredeyse açık ya da gizli destek verdiği, işbirlikçilik yaptığı, çanak tutukları konulardan biri kuşkusuz kadına yönelik şiddettir.
Kadın yönelik
şiddet artık sadece ailedeki erkeklerden değil, sokakta hiç tanımadığı
erkeklerden de gelebiliyor kadına. Şiddetin suç olduğu gözardı ediliyor, şiddet
suçu cezasız kaldığı için de pervasızca yaygınlaşıyor. Şiddete karşı eğer
kamuoyu tepki göstermez ve sosyal medyada bir karşı akım başlamaz ise,
neredeyse cezasız kalıyor şiddet uygulayan erkekler, kocalar, babalar, abiler yada diğerleri…
Kadınlara “ya sus,
konuşma, itaat et, şiddetle yaşamaya ve aile birliğini (!) sürdürmeye
devam et ya da ölümü göze al” deniliyor. Geleneksel kadınlık rollerini ve
ilişkilerini kabul etmeye gönüllü ol ya da biz sana haddini bildiririz,
ölürsün, ölüm de senin suçun olur!Anlayışı yaygınlaştırılıp,
normalleştiriliyor.
Kadının toplumsal
konumu ailede ve kamusalda ahlak, edep ve fıtratla ikincilleştirmek isteniyor.
Ev kadınlığının normatifliği, geleneksel kadınlık rolünün gönüllü kulluğu kadınlar
için tek seçenek olarak sunuluyor. Kadın okumaz, çalışmaz, evinin kadını olup,
ümmetin çocuklarını büyütmeli, bakmalı düşüncesi kadınlığı annelik ve bakıcılık
rollerine sıkıştırmak istiyor. Ahlak ve din adına kamusal kurumlarla ve piyasa mekanizmalarıyla
da kadınlar susturulmaya devam ediliyor. Muhafazakar sivil toplumuyla, basınıyla,
kadınları itaat altına almaya çalışan eril düzen,erkek iktidarının sürdürmek
için ısrarla korunmak isteniyor. Bu uğurda kadınlar, kendi cinsine
düşmanlaştırıyor, suçlu ilan edilmeye ve gösterilmeye davet ediliyor,
arabuluculuk yapmaları isteniyor.
Diyanet İşleri
Başkanlığına bağlı il müftülüklerinin Aile ve İrşat Bürolarında çalışan
vaizeler ve piyasada aile danışmanlığı adı altında çalışan mutedil kadın aile danışmanları,
kadına karşı şiddetle mücadelede eril tarafgirlik yapıyor. Kadınları gelenek
adına ve dinsel söylemlerle susmaya, erkeğe itaat etmeye yönlendiriyorlar.Erkeği
ve erkekliğin öğrenilme ve uygulama biçimini sorgulamıyorlar. Eski tas eski
hamam mutsuz ve şiddet dolu evlilikler, erkekler düzenlerini sürdürsünler diye
kadınlara kabul ettirmeye çalışıyorlar. Kadınlar şiddet karşısında susmayı
öğrensinler, itaat etsinler anlayışı kadınlara çözüm olarak sunuyorlar. Benzer
biçimde sözde mutedil piyasalaşmış kadın aile danışmanları da aynı göreve
soyunmuş durumdalar. Kendi cinslerini şiddetten korumak ve önlem almak yerine, dinsel
öğütleri araçsallaştırarak kadınların erkekliğin dokunulmazlığını ve şiddet dolu
düzenini meşru kılıyorlar.Sözde gelenek adına, din adına, fıtrat bahanesi
altında erkek üstünlüğüne razı gelerek, kadının varlığını şiddetle hiçleştirerek,
sözde aile huzurunu koruma adına, ataerkil yapıyı korumayı tercih ediyorlar.Bu
politik eril ve toplumsal düzende şiddete uğrayan kadınların aileleri de, şiddeti
sineye çekmelerini ve aile içi bir mesele olarak “erkektir, görmezden gel,
dediğini yap, bir seferden bir şey olmaz, affet” gibi savlarla kadınları şiddet
karşısında çare arayışlarında yalnız bırakıyor.
Aslında kamusal
alanda en acı gerçeklik ise, hukukun ihlal edilmesi, çiğnenmesidir. Türkiye’nin
2011 yılında imzalanan ve 2014 yılında yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesine
aykırı olan arabuluculuk mekanizması kadına karşı şiddette, özellikle aile içi
şiddette uygulanmaya devam ediliyor. Aslında hem uluslararası sözleşme ve hem
de 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’na göre arabuluculuk
yönteminin kullanılması yasaktır. Arabuluculuk sırasında yapılan müzakerelerin
tarafların herhangi bir korku veya baskı
altında kalmaması, taraflardan birinin (şiddet uygulayan kişinin) tehdit etmesi
(psikolojik ve fizik şiddet), güvende hissetmemesi ve tarafların eşitliği
ilkesine” bağlı olarak aileiçi şiddet davalarında uyuşmazlığın giderilmesi için
arabuluculuk yapılması yasanın kapsam dışında tutulmuştur. Çünkü arabuluculuk şiddeti uygulayanla
anlaşmak zorunda kalan kadınlar için hem şiddet ortamını yeniden üretilebilme
potansiyeli taşımakta, hem de kadınların pek çok konuda hak ihlallerine yol
açabilmektedir. Yasal olarak kapsam dışında olmasına karşın uygulamada pek çok
aile mahkemesi davalarda, özellikle boşanma süreçlerinde, uygulanan bir yöntem
olmaya devam etmekte. Ancak göremedikleri şey, eril çabalar, arabululucuk
yöntemleri sonuç vermemektedir. Vermeyecektir de. Artık kadınlar, karşı
cinsleri gibi insan olmayı, insanca yaşamayı istemektedir ve bu isteklerinden
de geri dönmeyeceklerdir. Cin artık şişeden çıktı…