Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi
araştırma görevlisi Ceren Damar, geçtiğimiz hafta bir erkek öğrencisi
tarafından hunharca öldürüldü, katledildi. Bu olay sanırım toplumdaki herkesin,
vicdanı olanın, vicdanını sarstı ve sorgulattı. Olayın çok farklı boyutları var
ama ben toplumsal cinsiyet perspektifinden sizlerle birlikte sorgulamak
istiyorum.
Olayacaba erkek şiddetinin bir öfke nöbet mi?
Yoksa neoliberal piyasacı yükseköğretim uygulamalarınınmüşteri odaklı hale
getirdiği ilişkiler alanına yansıyan eril tahakküm mü? Muhafazakâr erkeklik
anlayışına dayanan erkek adaletinin tezahürü mü? Akademik hiyerarşinin daha başında
olan genç bir kadın öğretim elemanı olması mı? Acaba hangisi geçerli ve tutarlı
bir açıklama? Ya da hepsi mi bu olayda rol oynadı!
Son yıllarda cinsiyet eşitsizliğini ve
ayrımcılığını besleyen o kadar çok kabul ve pratikle karşı karşıya kaldık ki,
bırakın cinsiyet eşitliğini konuşmayı, milliyetçilik, gelenek ve dinbazlıkla
beslenen bir erkeklik anlayışı sürekli kışkırtıldı. Her gün kadın cinayetleri
ve kadınlara karşı saldırıların haberlerine bir yenisi eklendi. Cahillik ve
erkeklik, dinbazlık, gelenek ve tüketim temelli bir toplumsal ve siyasal
kültürle sürekli pekiştirilirken, bir de piyasada odaklı hak arama mantığıyla kışkırtılıyor.
Son yıllarda Sünni İslamın en katı ve
neredeyse kadın düşmanlığı boyutuna varan ve bunu dinsel yaradılış, fıtrat
anlayışıyla meşrulaştırılmaya çalışılan bir dinbazlık sözkonusu. Bu anlayış hem
cahilliği besliyor, hem de yapanın yanına kar saydığı bir eril tahakküm ilişki
anlayışını yayarak ve toplumsal bir kültür haline getirerek, alanını genişletiyor.Her
fırsatta eşitsizliği siyasal ve erkek egemenlik lehine güçlendiren bu zihniyet,
kadınla erkeğin eşit olmadığını cinsiyetçi bir tutumla tekrar edip duruyor. Kadınların
ve kadınlığın sınırlarını evde, ailede ve her yerde kendisi belirlemek istiyor.
Bu anlayışı sadece İslamcı erkeği
hedeflemiyor, tüm erkekleri kapsıyor ve erkekliği, evde, işte okulda,
üniversitede kışkırtıyor. Hele parası ve/veya gücü olanın, erkeğin, istediğini
tüm toplumun, özellikle de kadınların, üstünde söz sahibi olma, itaat ettirme,
hatta onların yaşam haklarını ellerinden almaya kadar gidebilecek bir düzeye
taşıyor.
Tüm bunlara bir de, 1980’lerden bu yana
sosyal devlet anlayışının eğitim ve sağlık gibi en temel alanlarda bile çok
zayıflatılmasının, kalan sosyal devlet uygulamalarının da popülist ve gelenekçi
aile yardımlarına indirgenmesinin kadın açısından doğurduğu olumsuz sonuçları
da eklemek gerekiyor. Kadınlar; piyasaya, piyasanın gerçekte olmayan adaletine,
aslında sömürüsüne bırakılıyor ya da erkek egemenliğiyle eklemlenen tüm
tahakküm ilişkilerinin insafına terk ediliyor. Buna da cinsiyet adaleti (!)
deniyor.
Bu durumda insanın aklına ister istemez
“Acaba Ceren erkek olsaydı aynı sonuçla karşılaşır mıydık?” sorusu geliyor.Ceren’i
öldüren zihniyet, diğer erkeğe aynı şiddeti uygular mıydı? Bıçak darbelerinin
yetmediğini düşünüp, hınç ve kinle, sekiz el de silah sıkar mıydı! Kuşkusuz
niyet okuyarak, karşıdaki cinsin kadın değil de, erkek olsaydı sonuç farklı
olurdu tahmini yürütemeyiz. Ama yukarıda mantığını verdiğimiz süreçler erkekleri,
hele de mağdur kadınsa, daha kolay şiddet kullanmaya itmekte, bu tür vakaların
yaşanmasının da önünü açmaktadır. Bunu da ciddiyetle düşünmek gerekmekte! Hepimiz biraz düşünelim, olur mu?