Ülkemizde kadına yönelik şiddetin önüne bir türlü geçilemiyor! Her gün kadına yönelik şiddet ve ölüm haberlerine bir yenisi ekleniyor. Bu nasıl bir erkeklik anlayışıdır ki, öldürmek onlar için basit bir eylem haline gelebiliyor ve diğer erkekler de bunu izleyip, hoş görebiliyor? Neden bu ülkenin erkekleri çok kızgın? Hırslarını ve hınçlarını eşlerinden, hayat arkadaşlarından, kızlarından, sevgililerinden, eşlerinden alıyorlar? Hayata sevgiyle başlayan çiftler, arkadaşlıklar ne oluyor da, kadın düşmanlığına ve karşı cinsi yok saymaya, hattahayatına son vermeye varıyor? Evlerde, sokaklarda erkekler, nefret ve öfke dolu birer kızgınlık abidesine, sinirli ve patlamaya hazır birer bombaya nasıl dönüşüyor ve kendilerini nasıl ve neden haklı görüyorlar?
Nedir onları bu kadar sinirli hale getiren?
Bir tarafta şişirilen sözde milliyetçi muhafazakâr erkeklik, diğer yanda
kapitalizmin tüketici bireyinin tatmin ol(a)mamışlığının doyurul(a)maması ve
dijital dünyanın olanaklarının yarattığı kapitalist ve eril kaygılar, kontrol
düzeni ve karşılanmamış beklentiler. Tabiiki yaşadığımız dünyada tüm bunların
iç içe geçmesi sonucu ortaya çıkan erkeklik krizi tüm bunları besliyor.İlk
olarak erkekliği hangi yaş ve kategoride olursa olsun öğrenme ve öğretme
biçimimizile kadını ona hizmet etmesi gereken cins olarak görenzihniyet,bunun
baş sorumlusu. Erkeğin hep başarılı, akılcı ve ne olursa olsun sözünü dinletme,
itaat ettirme üzerine kurulu öğrenme biçimi, onları hep haklı, hep her şeyi bilen,
şımartılmış ve bir o kadar da tahakkümcü hale getiriyor. Bunun emaresi de
“hegemonik sinirli, otoriter erkek figürü” ve bu artık ülkemizde egemen halde.
Siyasetten gündelik hayata, erkekler
kendilerinin haklı (hoş haksız da olsa) olduğunu düşündüğü anda birden parlayıp
karşısındakine bağıran, üstüne yürüyen, tehdit eden, gücünü göstermek için her
tür harekete başvuran, öfke kontrolü olmayan, kaygı verici bir davranış koduna
sahip. Onlar erkek olarak sinirlenebileceklerini, karşısındakini, hele kadınsa,
parlayarak dövüp, boğazlarını sıkabileceklerini düşünüyorlar.
Son günlerde sıklıkla duyduğum şiddet
öyküleri,erkek arkadaştan ayrılma ve/veyaeşten boşanma vakalarının hemen
hepsinde erkeklerin sözde öfkeye(kontrolsüzlüğe)kapılıp, kadınların boğazına
sarılıp, öldürme girişimleri artmış durumda. Üstelik bu bir defa değil,
defalarca olabiliyor. Kadın şanslıysa hayatta kalıyor. Bazen gelenekten, bazen
töre istedi diye, bazen cahillikten, bazen de okumuş, meslek sahibi kadın
olmanın gereği diye susmuş kadınlar hep.
Şiddet hep aralarında kalmış. Fiziksel
olarak, dayakla bazen de duygusal şiddetle sindirdikleri kadınlar, bazen ayıp,
bazen de el âlem ne der, aman kimse duymasınendişesiyle sessizlikle yaşamış ve
şiddetin üstünü kapatmışlar. Şiddete karşı erkekleri haklı görerek ve
kendilerinde suç arayarak…Kadınlar, hep alttan almışlar, kendi öfkelerini
sindirmişler. “Bir anlık tartıştık oldu” masalına öyle kapılmışlar ki,
erkekliğin şiddet nöbetleri karşısında, âdeta sinirleri alınmış, uslu,
anlayışlı kadın rolünü oynamaya devam etmişler. Şiddet sonrası kısa süren sözde
bir barışla, mutluluk oyunu almış yerini ama bu uzun sürememiş. Ta ki şiddet kendi
canlarını alma noktasına vardığında ya da şiddet sevdiklerine, çocuklarına
yöneldiğinde ve ölüm riski altına girdiklerini hissettiklerinde, bu sefer yeter
diyebiliyorlar. Eğer çok geç değilse, canlarını kurtarmak için çare aramaya
başlıyorlar.Amaerkeklik krizi karşısında çoğu kez de geç kalıyorlar…
Bu erkeklik krizinin ardında yaşadığımız
küresel (kapitalist) dünya düzenin sunduğu tüketim üzerine dayalı ataerkil
kapitalizm kodları da büyük rol oynuyor. Konforlu ve lüks özlemli yaşam biçimine
yönelik beklentinin yanında siyasal ve sosyal haklar alanının genişlemesi ve
kadınların kazanımları konusunda mevzi koruma stratejileri de erkekleri daha bir
tahammülsüz hale getirmiş görünüyor. Üstlerine toz kondurmadıkları, bırakmak
istemedikleri bir “evi geçindirme ve otorite olma” rolünün onlara verdiği itaat
ve denetim kültüründen, konforundan vazgeçmemeleri ya da bu konudaki
isteksizlikleri, kadınları gelenek, töre ve din adına evde tutma, kapatmave baskı
altına alma süreci,şiddet ve kadın cinayetleriyle sonuçlanıyor.
Kadınların evden çıkma, baskı karşısında
özgürleşme ve birey olma çabaları şiddet uygulasın-uygulamasın neredeyse tüm
erkekler için öğrendikleri ataerkil, kendilerini üstün gördükleri erkeklik
anlayışına tehdit olarak görülüyor, algılıyorlar. Şiddeti ve kadın
cinayetlerini toplumda bir film gibi, pornografik bir hazla, bir suç dizisi
izler gibi seyrediyor.
Okumuş-okumamış, eğitimli-eğitimsiz, zengin-fakir,
işçi-profesör fark etmiyor,toplumun tüm kesimlerinde namus kavramının arkasına sığınan
eril zihniyet, kadını erkeğin mülkiyeti olarak görerek, ona ve bedenine
istediğini yapabileceğini düşünüyor, kadın cinayetlerini meşru görmeye ve
göstermeye devam diyor.Artık bu zihniyet her yerde! Bu zihniyet nedeniyle hukuk
ve yasalar kadınları erkeklerden veerkek şiddetinden korumaya yetmiyor. Bu düzeni
korumak için kadına şiddet vekadın cinayetleri siyasallaşmış durumda. Erkek
aklı, kadınlı erkekli, yasaları işlevsiz kılmak için elinden gelen tüm çabayı
gösteriyor. Kadınları mücadelelerinde yalnız bırakıyor. Milliyetçi, ırkçı ve
erkeksi dil ve bakışlaerkek şiddetine ahlakçı bahaneler üretilerek 6284 sayılı
yasauygulatmıyor! Şiddetin suç ortakları,işbirlikçileri, şiddet kendi canlarına,
sevdiklerinin canına kast edince miyasaları uygulayacak?