Her türlü gasp, talan vb faaliyetler;tarihten bu yana yenilenemeyen, konvansiyonelkaynakların haksız kazanımının iştah açıcı etkisi altında kalan kişiler, topluluklar ve ülkeler ile ilişkilendirilebilir.
1690-1730
döneminde altın çağını yaşayan korsanlık, Latince “cursus“kelimesinden
türeyen “corsair” sözcüğü, idare edenler tarafından verilen, bir denizde düşman
gemilerine talan yapabilme iznidir. Elde edilen ganimet, idare
ile paylaşılmaktadır. İngilizcede bu eylem, “privateering, private” kelimesini
karşılamaktadır. Tarihte ilk kamu, özel ortaklığı korsanlıktır. Bu nedenle de,
sivil toplum örgütleri, kamu ve özel sektör ilişkiler ağına dahil edilerek
günümüzde toplum yararına hareket edilmesinin kontrolü sağlanmaya
çalışılmaktadır.
İngilizce,
“pirate” adlandırılması, tam da felsefesini ortaya koymaktadır. Talan ve
yağmacılığın özelleştirilmesi olup, bir ucunda kamu kontrolü olduğu için, eylemler,
bugünkü kamu hizmeti tanımı içinde kalmaktadır. Esasen bu nedenle de,
cezalandırma ancak barış zamanında müttefik ülkelerin gemilerinin yağmalanması
ve/veya izni veren ülkenin gemilerinin yağmalanmasıyla verilmektedir. Korumacı
devletin karasularına korsan gemileri girdiğinde, korsan bayrağı yerine ilgili
devletin bayrağı çekilmekte ve gemi bakımı ile gerekli ihtiyaç maddeleri
herkesin gözü önünde limanda karşılanmaktadır. Deniz haydutluğu bu tanımın
dışında kalmakta, bağımsız yağmacılar için kullanılmaktadır. Onlar devletlerin
himayesinde olmayan “haydutlardır”.
Korsanlık,
kolonileştirme ve emperyalizm gelişiminde, günümüzde yeni emperyalizm ve
ötesinde korsanlık faaliyetlerinin ilk haline doğru gidişin erken uyarı
olmaktan çıkmış, somutlaşmış uyarılarının değerlendirilmesi ve
anlamlandırılması önem taşımaktadır. Kuşkusuz bu gizlenme örtüsünün emperyalist
devletlerin üzerinden kaymaya başlamasının en önemli nedeni, iklim
değişiklikleri, kıtlıklar ve sürdürülemez konvansiyonel kaynakların tükenmeye
başlaması, çoğaltan etki yaratan nüfus baskıları ve kavimler göçleri benzeri
yeni büyük rakamlı göçlerdir. Emperyalist güçler; dış göçleri, bir ülkenin
kaynaklarını tüketmek için “insan hakları gibi”, iyi bir nedene bağlı
dönüştürmeyi çoktandır akıl etmişlerdir. Ne de olsa, homo sapien olma (düşüncenin üstüne düşünce
koyabilme) iddiasındadırlar…
Almanya’nın
rüzgar ve güneş dahil kendi doğal kaynaklarının kontrolünü elinde tutan güçlü emperyal
(emperial) devlet olarak, “dikkat”(emperyalist değil) ; başka ülkelerin “petrol” kaynaklarında,
uydurma nedenlerle hak iddia etmek yerine, kendi kaynaklarını etkin yönetmesi,
evrensel uzlaşmacı ve stratejik bir yaklaşım olarak övgüyü hak etmektedir. Yeni
emperyalizm felsefesinin ne olduğu üzerine çeşitli çalışmalar ve öngörüler
incelendiğinde şu konular öne çıkmaktadır.
· Gerçekte
ne olup bittiği konusunda kamuoyu bilgilendirilmemektedir. Beyan edilen
gerekçeler ne kadar inandırıcıdır? Herkesi ikna edebilmekte midir?. Bu
sorgulama yaygın bir kabul için ikna, algı yönetimi, propaganda, medyatik akıl
gibi araçları, uygulama alanına hızla sokmuş ve emperyalistlerce akıl almaz bir
şekilde geliştirilmektedir. Bu bağlamda kelimelerin içi boşaltılmakta ve yeni
anlamlar yüklenerek, anlamlandıramama sağlanmaktadır.
· Salt
güce dayanan emperyalist ülkeler, ancak daha fazla güç elde ederek, otoritesini
sürekli genişleterek statükosunu garanti edebilir. Her daim savaş olasılığı
devletin gücünü başka devletler pahasına arttırmasına imkan sağladığı için,
varlığını kalıcı kılmasında etkili bir yöntem olarak uygulanmaktadır. Bu da
yeryüzünde barışın sürekli olamayacağı anlamına gelmektedir.Kendine uydu
devletler oluşturmak, oluşturamaz ise çatışmayı kaçınılmaz hale getirmek etkili
bir araçtır.
· Bilim insanlarından destek alarak, bilimsel çalışmalara önem veriyor gibi görünmek.
Buna en güzel örnek, Thomas Friedman’ın ABD için geliştirdiği , “gezegenin
faydasına hareket etmek için, başkalarının doğal kaynaklarına, petrol gibi, el
konulabilir”, hikmetli sözlerinde olduğu gibi.
· Her zaman
ülkeler için bir tehdit olan, “ ya o, ya ben” denklemini kullanmak.
· Su
gibi topluma ait kaynakları özelleştirmek, yine topluma ait ortak mallar “mera , otlak
gibi”, özel sektöre (yerli veya yabancı) satılarak kapitalist düzenin emrine
verilmesi yöntemiyle mülksüzleştirme mekanizmalarını uygulayarak toplumu
yoksullaştırmak ve yoksunlaştırmak.
· Farklı ülkelerden ucuz iddiası ile tarım ürünü ithaliyle, kırsal nüfusu yerinden etmek, gitmiyorsa baraj gibi gereksiz yatırımlara girişmek, eko-emperyalizm anlamına gelen, talimatla GDO’lu sağlıksız tarım ürünü üretmek veya yap/yapma talimatlarına eksiksiz uymak. Hindistan, Tayvan gibi her yerden örnek verilebilir. ABD önceki / ama eskimemiş Başkanı Trump’ın, “Çin’e parmak sallayarak zorla ürün satması gibi”.
Özetle, emperyalizminin dünyayı
tamamen yutmaması ve bizi topraklarımızda köle haline getirmemesi için oturup
dua mı etmeli;toplumun olup biteni fark etmesi için akılcı, sorgulayıcı,
eğitimine önem vererek, kaynaklarımızı daha çok bilimsel eğitimin artmasına mı
harcamalı?
Tamamlayıcı bilgi için Bkz. David
Harvey, Yeni Emperyalizm.