Güvenlik, toplum yaşamında kamu düzeninin
aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi ve emniyetin
sağlanması anlamına gelmektedir. Son yirmi yılda çok daha fazla, uluslararası
güvenlik ve ülke güvenliği kavramları ilişkisi yeniden birlikte
değerlendirilmektedir. Sığınma arayanlar veya diğer zorunlu göç çeşitleri gibi büyük
nüfus hareketliliği, etkileri itibariyle toplumsal güvenliğin sağlanıp
sağlanmadığı konusunda yararlı bir ölçü olarak kabul edilmektedir. Tarihte
büyük nüfus hareketliliği çoğu kere tehdit olarak değerlendirilmiştir. Ülke
içindeki hareketlilik iş gücü dengesini bozabileceği gibi, bir fırsat
değerlendirmesine alınabilirse de, ülkeye sınır ötesinden gelen büyük dış göç
dalgalanmaları kültürel farklılık taşıdığında, her zaman güvenlik ile ilişkilendirilmiştir.
Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi, güvenlik sorununa bütünsel yaklaşımı örnek oluşturacak biçimde, Ocak
1992’de yayımladığı bir bildirge ile, “istikrarsızlığın, ekonomik, toplumsal,
insani ve ekolojik alanlardaki askeri olmayan kaynaklarının barış ve güvenliği
tehdit etmeye başladığını” resmen kabul etmiştir. Daha önce global güvenlik
tartışmalarında oldukça sınırlı bir yere sahip olan insani konular ve ahlaki
sorunlar ile iklim değişiklikleri daha çok merkezi bir konuma gelmiş görülmektedir.
Bugünlerde de ancak bölgesel olabilecek ve gelişmiş yaşam kalitemizin dışında
kalacağını düşündüğümüz çok olumsuz sağlık koşullarının bizi de avucuna alabileceğinin
farkındalığını yaşamaktayız. Fantastik bir filmin her yaştan oyuncuları
gibiyiz. Her geçen gün unutulmuş tehditlerle karşılaşmakta ve yenilerini de
düşünebilmekteyiz.
İşte pek bilinmeyen, 1982
Anayasa’sının 23. Maddesi de çok kritik veya stratejik güvenlik odaklı geniş
bir bakış açısı yaratan iyi bir düzenleme örneğidir. “Yerleşme ve Seyahat
Hürriyeti” başlıklı md.23 birkaç hususu birlikte sınırlama kapsamına almıştır.
Buna göre; Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine
sahiptir. Ancak, ‘yerleşme hürriyeti’, suç işlenmesini önlemek, sosyal ve
ekonomik gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve
kamu mallarını korumak amacıyla ; ‘seyahat hürriyeti’ ise suç soruşturma ve
kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek, amaçlarıyla kanunla sınırlanabilir, düzenlemesiyle
ülke içindeki nüfus hareketliliği dikkate alınmıştır. Hatta güvenliğin
derecesine göre “yerleşme ve seyahat” özgürlüğü durdurulmaktadır. Ayrıca
sonradan eklenen, yurt dışına çıkma hürriyetinin ise, suç işleme ile ilişkilendirilerek
sınırlandırılabileceği hükmüne yer verilmiştir. Esasen içinde yaşadığımız
küresel ölümcül COVID-19 virüsü nedeniyle bu maddenin tekrar yorumlanarak
gözden geçirilmesi gereği ortaya çıkmıştır. Nitekim vatandaşın yaşam hakkını
koruma adına “suç işlemese de” yurt dışına çıkması engellenmekte ve durdurulmaktadır.
Virüsün
yayılmasının engellenmesi ve sağlığı koruma adına, iller arası ulaşım, genel
olarak kolluk gücü desteğinde belli istisnalarla sınırlandırılmaktadır. Aslında
1580 sayılı Belediye Kanununda da (2005 yılında yürürlükten kalkan), zabıtanın
görevleri arasında “hududu” korumak yer almıştır. Bu düzenleme ne hikmetse
“huzuru koruma” olarak değerlendirilmiş, il hududu ile bir türlü zabıta gücü
fonksiyonu ilişkilendirilememiştir. 5393 Sayılı Belediye Kanununda, “hudut”
sözcüğü kaldırılarak , “huzur” yapılmıştır. Esasen, stratejik düşünme konusunda
“ilişkilendirememe ve öngörememe” gibi yaygın bir sorunumuz bulunmaktadır.
Aktif eğitim metodu ile
sinektik düşünme yeteneği, öğrencilere
kazandırılmaktadır. Neyse bu konuyu bir
başka yazıya erteleyelim. Güvenliğin
çeşitli tiplerinde ve afet yönetimi gibi konularda, temel - stratejik bir ortak olan Belediyelere
yönelik
mevzuat yeniden hazır “gözlerden uzak” düzenlenirken,
bu hususu da hatırlatmak ve Anayasa ile ilişkilendirmek gerektiği öngörüsünde
bulunmak istiyorum. Tabi ki değerli okurlarımızın da desteğini alarak.