Salgın hastalıklar ve tarihte insan davranışları ortaklığı

Erişilebilir ilk kayıtlara göre 639 yılında Amvâs Vebası ve onu izleyen kıtlık döneminde Suriye’den Arabistan'a kadar uzanan bölgede zorlu koşullarda doğru davranışın ne olması gerektiği üzerine yapılan sorgulamada, Hz Muhammed’den bir alıntı yapılarak, “eğer vebanın ‘bir yerde’ olduğunu duyarsanız, ‘oraya yaklaşmayın’, ancak sizin bulunduğunuz yerde ise, ‘kaçmaya kalkışmayın’ tavsiyesi aktarılmaktadır. Tarih boyunca toplumları saran hastalıklar ve yoksulluk birlikteliğinde, idarenin vatandaşlarına karşı sorumlulukları da önemli incelenmesi gereken bir alan olarak öne çıkmaktadır.

Abone Ol
Erişilebilir ilk kayıtlara göre 639 yılında Amvâs Vebası ve onu izleyen kıtlık döneminde Suriye’den Arabistan'a kadar uzanan bölgede zorlu koşullarda doğru davranışın ne olması gerektiği üzerine yapılan sorgulamada, Hz Muhammed’den bir alıntı yapılarak, “eğer vebanın ‘bir yerde’ olduğunu duyarsanız, ‘oraya yaklaşmayın’, ancak sizin bulunduğunuz yerde ise, ‘kaçmaya kalkışmayın’ tavsiyesi aktarılmaktadır. Tarih boyunca toplumları saran hastalıklar ve yoksulluk birlikteliğinde, idarenin vatandaşlarına karşı sorumlulukları da önemli incelenmesi gereken bir alan olarak öne çıkmaktadır. 

Halk sağlığına ilişkin olarak, temizlik-hastalık bağının özellikle 15. Yüzyıldan itibaren kent merkezlerinde kullanıldığı tarihi kayıtlarda yer almaktadır. Kentsel tasarımlar, mekânın düzenlenmesi ve çevresel koşulların doğal çevre de dâhil olmak üzere birlikte değerlendirilmesi gerektiği artık bilinmektedir. Tarihte salgınlarda ilk tepkiler; ölüleri, sağlıklı insanları koruyacak şekilde gömmek, sokakları temizlemek ve temiz tutmak, yiyecek sağlamak yanında bazı vergileri askıya almak veya vergi almamak olmuştur. Ayrıca veba salgınlarında 16. Yüzyıl başlarında ülkeye giren yabancı gezginlerin, tüccarların “karantinaya alındıkları”, 17. Yüzyıl sonunda “İstanbul, İzmir gibi” kıyı şehirlerinde yerleşimden uzak bir yerde, bekletildiklerini bilmekteyiz. Yönetsel anlamda Osmanlı’da kadı ve valilerin sadece kentlerde değil,  ıssızlaşmış kırsal alanlarda yoksul köyleri yağmacılardan koruduğu ve köylülere maddi destek sağladığı kayıtlardan anlaşılmaktadır. Ayrıca Gayri-Müslim tebaa yönüyle de yönetsel açıdan farklı bir davranış olmadığı, hastalık zamanındaki tedbirlerin idari, mali herkesi kapsadığı tespiti yapılmıştır. 

1700’lerde yapılan çalışmalarda tanıdık ortamlarda salgına yakalanıldığında, “tanıdıklarla kümelenmenin” kaçmaya tercih edildiği veya gruplar halinde hastalığın etki alanından kaçmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır. Varlıklı insanların genelde, merkezden ve kalabalıktan uzak mekânlardaki evlerine kapandığı ya da salgının şiddetinden bulunulan yerden kaçmaya çalıştığı görülmüş ve bu tercih her zaman doğal karşılanmıştır. Salgın hastalıklar, kıtlık ve yoksulluk ile ilişkilendirildiğinden insanların bu sıkıntılı zamanlarda, yöneticilerden parasal yardım bekledikleri veya pazar fiyatlarına müdahale edilmesini istedikleri ve zorlukla karşılaşmadan kabul ettirdikleri kayıtlarda yer almaktadır. 

Haber alma ile ilgili olarak, “belirsiz mesaj” verilmemesi, somut olarak olgunun ortaya konulması tarihte de önemli bir hareket noktasıdır. Belirsiz mesajlar insanların risk algısını düşük tutmalarına ve risk altında olmadıklarına inanmalarına yol açtığı gibi, birbiriyle çelişen raporların panik yarattığı ve insanları gerekmediği halde kaçmaya yönettiği de görülmüştür. 

Yöneticilerin 17. Yüzyıla kadar gönüllü olarak yerlerinde kaldığı ve sonraki süreçlerde “görev başında olmaya yönelik kuralların oluşturulduğu” tespiti yapılmıştır. Nihai tahlilde, geçmişte yaşanan salgın hastalıklarda insan davranışlarıyla, çağlar aralığına rağmen, günümüz olguları ve bireyler yönüyle büyük benzerlikler bulunmaktadır. Görülen odur ki, salgın hastalıklar ve çeşitli diğer afetlerde insan faktörü merkeze alınmıştır. Olgu sadece konu merkezli incelenmemekte, olaya göre farklı bilimsel çalışmalar bütünlüğünde hareket edilmektedir. Aksi takdirde salgını yönetememe ve toplumsal huzursuzluk kolaylıkla öne çıkmaktadır. 

Günümüzde bir yılını tamamlamış ve ötesine geçmeye başlayan covid virüs pandemisinin etkisiyle devletler deli gibi gıda stoku yapmaya ve aşı arzı-talebi yetersizliği bağlantılı gerginliklerini toplumlara da yansıtmaya başlamışlardır. Teoriye uygun olarak ilk önce etrafa yardım etme eğilimi giderek terk edilmekte; ikinci aşama olan, sorun devam ettiği için kendi kendine yeterli olmaya yönelme sürecine geçiş başlamaktadır. Türkiye’nin geçmiş yıllarda alışkanlık haline getirdiği, her yerden tahıl ithal etme davranışını terk ederek covid pandemi etkisiyle başlattığı “tarımsal faaliyetlerini güçlendirme” hamlelerini sürdürmesi, gıda ve toplumsal mukavemet ilişkisi nedeniyle çok önem taşımaktadır. Uluslararası düzeydeki gıda dâhil emperyalizmin çok yönlü etkisini, medyatik aklın esiri haline gelmiş miyopik toplum artık görmüştür.

*Temel Kaynak : Yaron Ayalon, Osmanlı İmparatorluğunda Doğal Afetler, Çev.Zeynep Rona, İş Bankası Yayını.