Yirminci yüzyılın önemli düşünürlerinden Henri Lefebvre'e göre "mekan"lar üretilir. Bu üretimin başlıca aktörü, elinde tuttuğu ikitidar gücüyle devlettir. Devlet, iktidar ve ekonomik egemenliğin mekanını üretmek için özel bir çaba harcar. Bu çabanın amacı, insanların günlük yaşamlarını özgürce yaşamalarını destekleyen komünal veya toplumsal ilişkilere müdahele, hatta onların reddi ve iktidarını yeniden üretmektir.
Lefebvre, günlük yaşamın eleştirisinin, mekanın dönüştürülmesi problemine yönelmesini savunur. Zira, mekanın devlet ve hakim güçler tarafından sürekli yeniden ve yeniden üretilmesi bizler için, günlük yaşamımızda maddileşerek varlığını sürdüren güç dinamiklerini ve çatışkılarını kavramaktan alıkoyan bir engel teşkil eder.
İstanbul'un 1920'lerden beri merkezi olan Taksim meydanı (daha önce de olduğu gibi) yeniden Lefebvre'in teorisinin çok iyi bir uygulamalı örneği haline geldi: AKP iktidarı ve yüzde 51'lik azınlığın (!) güç mücadelesinin mekansal sembolü olarak. Hem Gezi direnişinde, hem de 1 Mayıs 2014'te.
1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü bu güç çatışkısında son derece haklı olarak Taksim’de kutlamakta ısrar eden sendika ve sivil toplum örgütleri iktidar ve devlet tarafından sınırlarını aşan bir güç, darbe zamanlarını hatırlatan bir sıkıyönetim uygulanarak engellendi.
1 Mayıs'ta saat 16.00'da İstanbul Tabip Odası'ndan yapılan açıklamada, 1 Mayıs'ta polis şiddeti nedeniyle "En az 4 kafa travması, 1 kulak kesiği, 1 kol kırığı, 15-20 gaz kapsülüyle yaralanma, gaz nedeniyle yüzlerce klinik başvurusu ile bir göz kaybına yol açabilecek göz yaralanması var" deniyor.
Taksim'deki Gezi direnişi, hem İstanbul'lu insanların (yurttaşların) acımasız polis şiddetine rağmen haftalarca sürdürdükleri direniş motivasyonu ve gücü, hem de tüm Türkiye'ye yayılması açısından bu güç çatışkısının ne boyuta ulaşmış olduğunun çok önemli bir habercisiydi.
Kentlerde yapılaşmanın sermaye birikimin devamlılığı açısından kilit bir role sahip olduğunun altını çizen Harvey, ikitidarla halk arasındaki bu çatışkının dinamiklerine ışık tutuyor:
"Kentlerde yeni büyük binaların inşa edilerek sermayenin karlılığını devamlı kılacak yeni bir ortamın oluşturulması sağlanmaya çalışılıyor... Böylece kapitalist toplumlarda kentsel mekân sermaye için yeniden ve yeniden üretilen bir meta halini almıştır. Büyük ölçekli inşaat yapmak hoşa gidiyor. İş gökdelenleri, AVM'ler ve mega projeler yapılıyor, ve bunun üzerinden borçlanılarak finansman sağlanıyor. Bu sektör üzerinden büyük paralar kazanılıyor."
Önce Gezi, şimdi 1 Mayıs. İktidar gücünü "yeniden ve yeniden üretmeye" çalıştıkça - ve "mekan"larda da - doğal olarak bu daha ve daha çok direnişe yol açacak, direniş de güçlenecek ve kendi mekanlarını, mekan direnişlerini ve iktidara boyun eğmeyen mekan üretimlerini gerçekleştirecek - Gezi parkı gibi.
Foucault'nun dediği gibi: Her güç uygulaması, kendine karşı bir direnci yaratır. Hep böyle olmuştur. Şu anki AKP iktidarı da böyle oluşmadı mı?
Yaşasın 1 Mayıs, yaşasın direniş!
* Boğaziçi Üniversitesi, Kadının İnsan Hakları - Yeni Çözümler Derneği kurucu başkanı