Binlerce boşaltılan, yakılan, yıkılan köylerden biri de benim köyüm.   Hani yıllarca bir şiirin dörtlüğüne takılıp baktığımız köylerimiz.


 


 


Binlerce boşaltılan, yakılan, yıkılan köylerden biri de benim köyüm.


 


Hani yıllarca bir şiirin dörtlüğüne takılıp baktığımız köylerimiz..


Orda bir köy var, uzakta,


O köy bizim köyümüzdür.


Gezmesek de, tozmasak da


O köy bizim köyümüzdür.


 


Ahmet Kutsi Tecer


 


Şair 21. Yüzyılın acımasızlığına tanık olsa şiiri şöyle yorumlardı: Orda bir köy var uzakta/ O köy bizim köyümüzdür/ Köyümüze gitmeli, gezmeli, tozmalı sahip çıkmalıyız. Gitmediğin, emek vermediğin, bütünleşmediğin hiçbir şeyin senin olmadığı gibi uzaktaki köye bizim köyümüzdür deme hakkımız olamaz. O köy de bizim olamaz.


 


2010 yılında yazılan bir insan hakları raporunda 3700’e yakın köy, mezra yakılmış, yıkılmış ve boşaltılmış. Benim köyüm de bu köyler içinde bir köy işte!


 


Kaleme almak istediğim binlerce insanın sorunundan bir sorun…


 


Erzincan'ın Tercan ilçesi’ne bağlı Gökdere köyünde doğdum.. Bir gün köylümüz ve köyün ilk okuyanı Veli Bulut öğretmenle bir öğlen yemeğinde buluştuk. "Köyümüz yıkıldı.. Doğduğun evin kapısına bir Ermeni ustası babanın adını özenerek yazmıştı.. Köyün yıkıntıları arasında babanın adını görünce çok üzüldüm." Demez mi? Lokmalar boğazıma dizildi.. Gözlerim dolu dolu konuğumdan ayrılınca hıçkıra hıçkıra ağladım..


 


Sonra konferanslarda, panellerde doğduğum köyün adının haritalarda kaldığını söyledim, yazdım. Yanıma gelen köylülerimizin köyümüze dair hüzünlü öyküleri bitimsiz anlatılarla hala sürüyor.. "Köyün suyunun yolu Tercan ilçesine çevrilmiş; suyumuzu ilçemiz kullanıyor." Sürekli Acılı sözler boğazımda düğümleniyor...


 


Dün akşam yemeğinde bir başka acı öykü anlatıldı. Göçle geldiğimiz Ankara’nın Altındağ İlçesi'nin Çalışkanlar Mahalle'sinde büyüdüğüm, okullar bitirip, duvarlara sloganlar yazdığım, sevdalandığım, telli duvaklı gelin olarak çıktığım evimizi Altındağ Belediye'si yıkmış.. Hüzün çöktü yüreğime.. Sadece Neşet Ertaş'ın besteleri TOKİ binaları altında kalmadı; benim de anılarım yerle bir oldu.. Yine yemek boğazımda düğümlendi.. Yutkunamadım…


 


Kardeşim’in evinden çıktım, saatlerce Ankara trafiğinde dolaştım ve bu kez sessizce ağladım.. Ne diyeyim? Canım annem yaşasa "Sizin de eviniz yıkıla! Ev yıkanın evi olur mu?” derdi. Ben diyemem ki... Türkiye çok zor bir ülke oldu. Bu “Devlet” bireyi koruyan halkın devleti olsa hem doğduğum hem de büyüdüğüm evler yıkılır mıydı?


 


Bu acıyı paylaştığım bir gazeteci dost şunları söyledi:


"Mütevazı olma, sen Altındağ'ı Hüznün Coşkusu'yla Devlet Tiyatroları'na taşıdın… Ankara, Bursa, Antalya, Van Devlet Tiyatroları’nda gösterildi.. Zeki Ökten'in "Düttürü Dünya" filmine danışmanlık yaptın. Dünya kongrelerine bir Altındağlı kadın olarak katıldın ve ülkenin çalışan kadınını temsil ettin.. Sen Altındağ'ın kitabını yazdın..”


İrlandalı yazar, gazeteci Maeve Binchy öldüğünde; Başbakan Enda Kenny açıklamasında: “Bugün milli bir hazinemizi kaybettik” diyor.


 


Bizde bu sözü söyleyecek kaç başbakan oldu?


 


Bizde yazarların büyüdüğü, eserler yazdığı evler, yazarlar yaşarken; yakılıyor, yıkılıyor…


Oysa bilseler yazarlar ölmez…