Kimilerince Mart bahardır! Bizim ülkemizde  Newroz’dur. Mart ‘Dünya Tiyatrolar Günü’dür.


 



Kimilerince Mart bahardır! Bizim ülkemizde  Newroz’dur. Mart ‘Dünya Tiyatrolar Günü’dür. Her ülkede Mart önemli günler çağrıştırsa da ‘8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ nedeniyle; Mart kadındır!



Mart ayı öncesi cemreler düşer, biz kadın hakları savunucuları da  yollara…



1989 yılında BASİSEN Bölge başkanı seçildiğim yıl Türkiye ‘Kadınlara Karşı Her Türlü  Ayrımcılığın Önlenmesi’ hakkındaki  1979 yılında hazırlanan sözleşmeyi imzaladı.  O yıl o sözleşmenin imzalanmasından sonra ülkemizde gerek akademik gerek toplumsal alanda kadın sorunlarına ve örgütlenmeye ilgi arttı. Kadın haklarında gelişmeler baş gösterdi.



Bugün yine de sendikal yaşamda kadın özlenen noktaların çok gerisinde bir konumda varlığını sürdürüyor. Son 13 yılı kadın hakları konusunda kayıp yıllar olarak görüyorum.  Ülkemizi yöneten zihniyet; kadınları toplumsal yaşamdan çekmek için akla gelmez işlerin peşinden koşuyor.



Öncelikle ülkemizdeki toplumsal yaşam fotoğrafı erkekleşti. Erkek hükümet, erkek parlamento, erkek sivil toplum örgütleri, erkek sendikalar kadının “ Toplumsal Cinsiyet eşitsizliğinin” varlığı toplumsal yaşamda kadını ikincil konuma itti.



Çalışma yaşamına baktığımda yılların sendikacısı olarak, giderek ikincil konumumuz çalışma yaşamı ve sendikalarda varlığını acımasızca sürdürüyor. Yıllardır istihdam politikaları yapılırken ‘Sessiz yedekler’ olan kadınlar konumunu koruyor. Çalışan kadın tanımı: “ İki işverenli, iki mesaili, dört vardiyalı ( Ev, eş, çocuk, iş)  olarak günümüze damgasını vuruyor. 



Sendikalar da kadınları yönetime katma açısında eğitimler, çalışmalar yapmak, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi tüzüklerine kota koymak bir yana “Cinsiyetçi yaklaşım veya cinsiyet  ayırımının”pek fazla değişmediğini göstermeyi sürdürüyor. Oysa karar organlarında kadının oransal temsili yer almalıdır. Erkek egemen bakış, kadının kota ile sendikalarda yer almasını gereksiz buluyor.



“Cinsiyet körlüğü” sadece sendikal alanda değil ülkemizdeki tüm kamusal ve toplumsal alanda varlığını ne yazık ki gösteriyor. Bakın ülkemizdeki ulusal televizyon kanallarında tartışılan konulara çağrılan konuşmacıların neredeyse tamamı erkektir. Program yapımcıları kadın olmasa saatlerce erkekler konuşacak kadın sesine hasret kalacağız.



Sendika yönetimlerinde yine kadınlar görüntü adına yer alıyor. Oysa artık sendikalar tüzüklerine eşbaşkanlık ve kota koymalı.  Dünya emek hareketi sendikalarda kadınlara emanet hem ITUC genel sekreteri Sharon Burrow hem de ETUC genel sekreteri Bernadette Ségol kadındır. Bizim ülkemizde sendikalar erkek görünümlü olmayı sürdürüyor. Türkiye’nin en büyük ve 63 yaşındaki  işçi üst örgütü Türk- İş yönetimine henüz bir kadın seçilemedi. Başkanlar kurulunda da bir kadın başkan göremiyoruz.



Eşitsizliğin kuşkusuz onlarca nedeni var. Ne yazık ki en önemli nedeni erkek egemen bakış. Bu yaklaşım kadını her geçen gün toplumsal yaşamda uzaklaştırıyor. Şiddetin bugün bu boyutlarda oluşu günde en az üç kadının şiddetten yok oluşu bu zihniyetin ve bakışın yansımasıdır. Oysa sendikalar  kendilerini yarınlara büyüyerek, güçlenerek  taşımak istiyorsa; kadınlar adına dönüştürücü adımlar atmalıdır.



8 Mart kutlamaları bir kez daha gündeme kadına yönelik sorunları, nedenlerini, çözüm yollarını konuşmamızı, tartışmamızı, gündem oluşturmamızı sağlıyor. Dünyayı bilemem ama ülkemizde Mart ne baharın müjdeleyicisi, ne çeşitli etkinliklerin ayı ne de günüdür! Mart kadındır!



8 Mart Dünya Kadınlar Günü var olsun!