Şubat ayı ‘Sevgililer Günü’ reklamları ile göz kamaştırıyor.  Sevgiyi yeşertecek her güzel söze, her içten adıma itirazım yok.

Şubat ayı ‘Sevgililer Günü’ reklamları ile göz kamaştırıyor. 
Sevgiyi yeşertecek her güzel söze, her içten adıma itirazım yok.
Niye olsun ki tam tersi sevgiden öyle uzaklaştık ki. 
Oysa sevgi her kapıyı açar hatta atasözlerimizden biri:
 “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır,” diyor.  
Sevgi dilinin nefret diline egemen olmasını başarmak için uğraş versek.
Korona, Covid bir yılımızı elimizden çaldı.
Daha da bize ait günleri çalacak gibi görünüyor. 
Oysa 2020’nin acısını 2021’de çıkarmaya hazırlandık.
Özlediğimiz o kadar çok şey var ki hangisinden başlasam:
Sevdiklerimle buluşmak, bitimsiz söyleşilere dalmak hatta kucaklaşmak öncelik alıyor.
Şehrin ve şehirlerin tadını çıkarmak isteğim büyüyor.
Bir de maskeler düşse!
Sevgiyi örgütlesek, sevgiyi örgütlemeye var mısınız?  
14 Şubat Sevgililer Günü aynı zamanda Dünya Öykü Günü olarak kutlanıyor.
Küçücük bir öykü ile yazımı noktalamak isterim: 
SEN GİDİNCE 
Sen gidince…
Şairler dokunur yüreklere misali, Ahmet Telli sesim oldu. 
“Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider.” Mevsimsiz gidişinle hangi kuşlar da gitti henüz bilmiyorum. Sen gidince yıkıldı bu kent…
Senin ansızın gidişinle, o sabah kentin üstüne çöken kara bulutlar henüz dağılmadı. Bir gelip bir gitseler de dağılmadılar.
Ansızın yolda duydum, gidiyorsun. Ben öyle bir yer için yola çıktım ki, gidişine ağlamak ne mümkün. Gözyaşlarım içime aktı. Gülerken ağlamak neydi, gülüşümle öğrendim. Kimseler anlamadı çünkü içim kan ağlarken güldüm. 
Toplumsal duyarlılık bu mu?
Bir akşam sana, bu kentte yeni açılan mekândan söz ettim. Güzel olduğunu söyledim. Bana dedin ki: “Mekânlar gittiğin insanlarla güzeldir.” O nedenle, senin hangi mekâna kimlerle gidip güzelleştirdiğini bilmiyorum. Benim mekânlarım başkalarıyla güzelleşti. Bu kentin trafiğinde, yolculuklarda, doğduğun kentin plakasını taşıyan arabayla, kamyon şoförleriyle korna çalarak cilveleştiğini unutmadım. Hele bir de seni tanırlarsa, yer gök korna sesiyle çınlıyordu.
Uzun yıllar bu kentte yaşadın. Hangi ağaçla söyleştin, hangisinin gölgesinde soluklandın, hangi yola hangi düşünceni nakışladın? Hangi ışıklar yüreğini pır pır ettirdi; hangi mekânda söyleşilere doyamadın, zamanı yitirdin? Bu soruların yanıtlarıyla ansızın gittin. Sen gidince sorular sökün etti. Birlikte olduğumuz kıt zamanlarda, bunları konuşmadık. Sen gidince yıkıldı bu kent. 
Meğer bu kentte varlığını bilerek güne doğmak, nefes almak, yaşama yürümek seninle anlamlıymış. Sen gidince her şeyin tadı kaçtı. İçimdeki renkleri inatla koruyan, soldurmayan benim yaşam rengim soldu…
“Gidersen yıkılır bu kent kuşlar da ölür 
Bir tufan olurum sustuğun her yerde”