Ortaçağ; felsefesi ve tarihsel dönem itibariyle İlkçağ dönemini bitirirken, modern düşüncenin başlangıcına kadar olan dönem ile sonlandırılır. Başka bir ifadeyle M.
Ortaçağ; felsefesi ve tarihsel dönem itibariyle İlkçağ dönemini bitirirken, modern düşüncenin başlangıcına kadar olan dönem ile sonlandırılır. Başka bir ifadeyle M.S. 2. Yüzyıldan 16. Yüzyıl başlarına Rönesans’a kadar olan dönemi kapsayan bir süreçtir. Rönesans ve reform sözcüklerinin içerdiği , “sanat, bilim, felsefe ve mimarlık bütünlüğünde yeniden hayata dönüş” kavramın öncesinde kalması, Ortaçağ algısı için, iyiye işaret gibi görülmemektedir. Her şeyden önce din eksenli bir felsefe olup, aklımıza hemen engizisyon adı verilen insan zulmüne, dinin kalkan yapılması gelmektedir. Oysa diğer taraftan Erasmus’a (1466-1536) göre, lükse itibar etmeyen bir zenginliğin, imtiyazsız bir aristokrasinin var olduğu bir dönemdir. Aslında Erasmus, piskopos şehirlerini kuran din babalarının zenginleşmesini eleştirmek istemiş olmalı? O’na göre, toplumun huzuru için “uzlaşma” önemliydi. Doğa felsefecileri, Platon, Aristo varlıklarını sürdürse de, merkezinde Tanrı olan ve adına egemenliklerini sürdürenlerin “şüphe” unsurunu yok saymaları ve onların faaliyetlerinden “şüphelenenleri” affetmemeleri bağnazlığın köklerinin ne kadar derinde olduğunu da anlaşılır kılmaktadır. Bilimin temeli olan “merak” sözcüğünün günümüzde bile sözlüklerde “kendisini ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokan” gibi tanımlanması da bu yüzden olabilir ? Yine Ortaçağa hâkim olan skolastik felsefenin temelinde rasyonel düşünce yönetimiyle inancı anlamak yer almaktadır. Değerleri oluşturmak ve bu değeri emredici kılmak, çıkarlar hiyerarşisi içinde bir taraftan din babalarının dayatmalarına rağmen “aydınlanma” imkânı yaratmış ve kullanılabilmiş iken , “anlamama” üzerine akıl yürütme de bir koldan yürümüş gitmiş günümüze kadar gelebilmiştir.
Ülkemiz resmi eğitiminde, Fatihin İstanbul’u fethi(1453), Ortaçağın bitimi ve Yeni Çağın başlaması olarak anlatılmaktadır. Fatih Sultan Mehmet’in ( 1431-1481) dönemi itibariyle gerek din ve devlet ilişkilerinde olabildiğince “uzlaşmacı” felsefeyi takip etmesi, gerekse teknolojiyi akıllıca kullanması böyle bir değerlendirmeyi ortaya çıkarmış olmalıdır. Öğrenime önem veren ve fen bilimlerinin döneminde gelişmesini sağlayan bir kimlik ile Ortaçağı bitirmek kabul edilebilir bir yaklaşım görünüyor. Mamafih, bu değerlendirmeler, herkesçe kabul görmemiş olsa gerek ki, çeşitli tarihler ve değerlendirmeler ile “çağ tanımları” evrensel düzeyde yapılmaktadır. Aslında, Ayasofya tartışmalarında Fatih’in İstanbul’u alması kadar, bilimi ve aklı dikkate alan bu felsefeyi de görmek gerekirdi…
“Göstergebilim Dalının” ustalarından olan Umberto Eco (1932-2016), daha 1970’li yıllarda günümüzde herkesçe görülebilir birçok değişimin, gelişim beklentisini ortaya koyarken, küresel ilişkiler ağında öğrenilen/öğretilen etik değerlerin dışına taştığını, gerilediğini ve Ortaçağ’ı hatırlatmaya başladığını yazılarında vurgulamıştır. Doğanın korunmasının “devletin ve vatandaşın” görevi iken, gençlerimizi ağlatacak bir hoyratlıkla, bizzat yerel veya merkezi yönetimlerce yok edilmesi, uygulamada emir–komuta ilişkilerinin yerine getirilmesinde hukuka aykırılığı; öğretide ise bilim insanlarının başarılı olduğunu da ortaya koymaktadır. Bir ileri, iki geriye müsaade etmeden ve bu metotla Ortaçağa geri dönmeden sürdürülebilir refahı tüm göstergeleriyle sağlamak yerelden, küresele önem taşımaktadır. Ülkemizde, memur sendikalarının altın çağının başlaması, idarenin çalışan lehine titizliğinin sona ermeye başladığının bir göstergesi olabilir mi?