Her şey sevgiyle çoğalır, büyür, yaşar. Kentlere sevgiyle dokunursak; kentlerin belleğinde derin izler bırakırız.


 



Her şey sevgiyle çoğalır, büyür, yaşar.



Kentlere sevgiyle dokunursak; kentlerin belleğinde derin izler bırakırız.



Yaşadığımız kente sevgiyle yine yenide bakarsak onlarca eksik görürüz.



Kenti yönetenler, kent yönetimini kuru bir uğraş olarak görürlerse; kenti de kuruturlar. Oysa her kentin dokusu, ruhu, kent kimliği vardır. O ruhu yakalarsak hem korur hem yaşatırız.



Doğduğumuz ya da doyduğumuz kentle bütünleşmek istiyorsak; o kenti tanımalıyız. Onun güzelliklerine güzellik katmanın yollarını aramalı, tarihi dokusunu korumalıyız. Onu sevgiyle onarmalıyız. Yaralarını sarmalıyız. Kısacası yaşadığımız kentin içinde bir nehir gibi akmalıyız.



Biz neden kentlerimizle sevgi ilişkisi kuramıyoruz?



Son yıllarda yazın dünyamızda kentlerin tarihine, kültürüne, mimarisine, tadına, doğal güzelliklerine yolculuğun yolu açıldı. Örneğin her yayınevi çeşitli isimlerde kitaplar çıkarıyor: Semih Gümüş’ün hazırladığı çeşitli yazarlardan İstanbul’u anlatan öyküler kitabının adı: “Öykülerde İstanbul” kitap İstanbul’u öylesine doyulmaz, öylesine kalıcı anlatır ki, bugünkü İstanbul’a üzülürsünüz...



Efnan Dervişoğlu’nun kadın duyarlılığıyla hazırladığı “Kadın Öykülerinde Ankara” o serinin devamı olan “Kadın Öykülerinde İstanbul”, “ Kadın Öykülerinde İzmir” ve “Kadın Öykülerinde Karadeniz” kitapları o kentleri kadın yazarların kaleminden ölümsüz kılıyor. Bir edebiyatçının kentle ilişkisini, sevgisini, tutkusunu çok güzel aktarıyor.



Murathan Mungan, “Kadından Kentler” isimli kitabını bir söyleşide şöyle tanımlıyor: “Kadın kimliğinin ve kentlerin, Türkiye’nin dönüşümünde önemli iki gösterge olduğunu düşünüyorum. Kentler çok hızlı değişiyor. Çoğu zaman insanlar yaşadıkları kentleri tanımıyor.



Feridun Andaç, Erzurum: Bir Kentin Solgun Yüzü adlı kitabında 'çocukluk cenneti' olan şehri anlatıyor. Andaç dünyanın neresine giderse gitsin özlediği şehrinin belleğini gelecek kuşaklara aktarma isteğiyle yazdığı kitabı vesilesiyle herkesi 'kendi Erzurum'una çağırıyor.



Bu çağrıda kentine sevgisi yansıyor.



Ve “ Kenti umursamak” adlı yazısında “Anadolu’nun nice kentleri vardır öyle… ‘Mücevher kent’ dediğim Kastamonu örneğin… Bütün zamanları hatırlatan Bursa… Kimliğini koruyan Muğla… Ve daha niceleri…” diyor.



Oysa geçmişte kentlerimizi anlatan o kadar az edebi yapıt var ki? Herkes Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Beş Şehir’ kitabını önüne gelene önerir, örnekler, okumasını ister. Benim de çok sevdiğim bu yapıtta beş şehir çok vurucu anlatılır.



Günümüzde artık her yazarın yazdığı, dokunduğu, izini sürdüğü, sevdalandığı, bütünleştiği, korumaya çalıştığı kent ve kentler var.



Edebi yapıtlarda anlatılan kentler sevgiyle korunmazsa; gün gelir kent olmaktan çıkar. Bir kent sevgiyle korunursa; o kenti seven insanların yaşadığını



söylemeye gerek kalmaz çünkü kent söyler. Her şey küçük bir adımla başlar. Gelin kentlerimize sevgiyle dokunalım, koruyalım, yaşatalım.