“Din” konusuna kaynaklık eden ilahi Kitapları (Tevrat-İncil vb.lerini, önceki ilahi kitaplarda bulunan sapmaları Kur’an tarafından düzeltilmiş haliyle) bilmeden din konusunda konuşmak, geleneğin, örf-adetlerin, tarihî yanlışlıkların dayatmalarına teslim olmak anlamına gelir ki, bu bizleri doğruya / doğru bilgiye ulaşmaktan alıkoyar. Önceki ilahi Kitapları ve Kur’an’ı tekellerine alan ve onlardan nemalanan, “Kitapları kendi istekleri doğrultusunda değiştiren haham, rahip vb. din adamlarının” -Tâbir Kur’an’ındır- ülkemizde de imamların, tarikat liderlerinin, mezhep savunucularının, Diyanetin toplumlara dayattıkları, yaşattıkları maalesef din zannedilmektedir.

    "İslâm Cumhuriyeti(?!)" diye adlandırılan ülkelerin; kadınlarının örtülü, erkeklerinin de sarıklı, cüppeli olmaları ve uyguladıkları yönetimsel dinci, yobaz şartların adına da İslâm demeleri, Tanrı'nın Kitabı Kur'an'da ilkelerini verdiği ve tanımladığı gerçek “İslâm” ile hiç örtüşmemektedir. Tanrı’nın son ilahi Kitabı Kur’an’da, bizzat Allah tarafından adı konulan ve Vahiy yani Kur’an ile ilkeleri tamamlanan “İslâm” tanım ayeti:

(Mâide,3)“Bu gün dininizi sizin için son şekline getirdim / olgunlaştırdım, size nimetimi / Vahyimi tamamladım ve sizin için din olarak, tüm elçilerimin inandığı ve tebliğ ettiği İslâm’ı beğendim / seçtim.

   İslâm; insanı insan yapan ahlaki değerleri, ilkeleri içeren, sadece Yaratıcısına bağlılık içinde, kula kul olma onursuzluğunu reddedip özgür olan, özgür kalan, barış, esenlik, huzur, mutluluk, iyi niyet, iyi düşünceler içinde; Yaratıcısını tanımaya çalışan, paylaşan kullar tarafından; insanlığa faydalı işler yapılması, ilim-bilim üretilmesi, evrenin sırlarının bilimsel çalışmalarla çözülmesi demektir. Tüm dinlerin adıdır “İslâm”. Tüm peygamberler, “İslâm”'ın ilkelerini (Tanrı'nın TEK olduğu, hiçbir şeyin, hiçbir kimsenin-Peygamber bile olsa- Tanrı'ya aracı olmaması gerektiğini) anlatmışlardır.

   Ayıran, farklı isimler adı altında pazarlayan ve bunlardan maddesel kazanç elde eden, özellikle din adamları(?!) ve din tacirleridir. Din tacirlerleri için, Tanrı uyarısını, Kitabı Kur'an'da, şöyle yapar:  

"Kitap verilenlerden bazıları, Allah'ın Kitabında olmayanı, Kitaptan sanasınız diye, çoşkulu bir dille anlatarak, Kitaba / Allah'ın Kelâmına benzetmeye çalışırlar. Allah'ın sözü olmadığı halde,"Allah böyle buyuruyor" derler. Bile bile Allah adına yalan söylerler. Hâlbuki Allah'ın kendisine kitap, bilgelik ve peygamberlik verdiği hiçbir insan kalkıp, "Allah'tan sonra bana da kulluk ediniz" diye insanları kendisine bağlamaya çağırmaz. Tam tersine "Okuduğunuz ve öğrettiğiniz Kitap gereğince, Allah'tan başkasını Rabler edinmeyin. Yalnızca Allah'ın kulları olun" der."(Âlî İmran suresi,78,79)

   İnanç konusu, kişinin bireysel tercihi, özgür seçim alanıdır, böyle olmak zorundadır. İnanıp-inanmama gibi en önemli bir konuda bile yarattığı kullarını özgür bırakan Tanrı, diğer yaşam alanlarına ait seçimlerde baskı unsuru içeren hükümlerde bulunabilir mi? İlke çok açıktır. Dinde; baskı, zorlama yoktur.”(Bakara,256) Üstelik bu öylesine serbest bir alandır ki, seçilmiş ve görevlendirilmiş Peygamberlerine bile zorla inandırma, baskı kurma hakkı vermemiştir. Muhammed Peygamber özelinde tüm insanlara seslenir:  İnsanları inanmaya sen mi zorlayacaksın?”(Yunus,99)

Hüküm ancak / yalnız Allah’ındır.”(Yusuf,67)

   Peygamberler, Tanrı’dan aldıkları bilgileri insanlara aktaran, Tanrı tarafından yaratılmış ve görevlendirilmiş kullardır, din konusunda söz söyleme hakları yoktur, sadece elçidirler. Ayrıca Peygamberlik; Muhammed Peygamber ile sonlandırılmıştır. (Ahzâb,40) Artık kişilerin / elçilerin dönemi bitmiştir, ilkelerin yani Kur’an’ın ilkelerinin dönemi başlamıştır. Tüm bilgiler Kur’an’dan alınacaktır. Herkes anladığı dilde Kur’an’ı okuyacak, Tanrısı ile baş başa kalma özgürlüğüne kavuşacaktır. Maalesef bu böyle olmamış, ol(a)mamaktadır.

   Dinden beslenenler, kendi kitaplarını, kasetlerini, sözlerini, bağlılarına, tartışmasız, sorgu sualsiz kabul ettirmekte, sözde “Allah ve Kur'an” demekte ama adaletten, insanı insan yapan ahlaki erdemlerden, dürüstlükten uzak işler yapmaktadırlar.

   Tanrı’nın, her hal ve şartta; adaletli, adil ve dürüst olunmasını isteyen ilkeler (Maide,8 - Nisa,135); nedense, ağızlarından dinî sözler düşmeyenler, din tacirleri, siyasetçileri tarafından hiç işletilmemektedir. Tarihî süreç içinde ve günümüzde, kula kulluğun ön planda, tarikat, cemaat liderlerinin, şirketleşmiş Diyanetin fetvalarının geçerli olduğu ülkemizde, halk din adına; ticari, siyasi ve kişisel çıkarları için sömürenler ile "paraya" tapanlar tarafından sürekli aldatılmaktadır.   Dini kullananlar ile paraya tapanlar işbirliği yaparak, siyasi birliktelikleri ile gücü ellerine geçirmiş bulunuyorlar.  

(Bakara,213)“İnsanlar tek bir topluluktu. Allah, peygamberleri müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdi. İnsanlar kendi aralarında anlaşmazlığa düştükleri konuları çözsünler diye, peygamberlere Gerçeği içeren Kitab’ı  indirdi. Fakat KİTAP verilenler, kendilerine apaçık deliller / kanıtlar geldikten sonra, birbirlerine olan kıskançlıkları yüzünden görüş ayrılığına düştüler. Fakat Allah, onların ayrılığa düştükleri şeylerin gerçek yönünü, izniyle inananlara ulaştırdı. Allah isteyeni dosdoğru yola iletir.

(Âli İmran,19)“Gerçek şu ki, Allah’ın tüm peygamberler aracılığı ile gönderdiği ve onayladığı tek din İslâm’dır / Allah’a ortak koşmadan teslim olmadır / doğruluğa kendini vermedir.

(En’âm125)“Allah, isteyen kimseyi dosdoğru yola ulaştırmak için onun gönlünü İslâm’a / Allah’a teslim olmaya / barışa açar.

Peygamberin size tanık olması, sizin de insanlara tanık olmanız için, Allah, gerek daha önceki Tevrat, İncil ve diğer Kitaplarda, gerekse Kur’an’da size ‘Müslümanlar’ adını verdi. Öyle ise, Vahiy ile bağlantıyı kesmeyin ve onunla temizlenin. Allah’a sımsıkı sarılın. Sizin Mevlânız O’dur.”(Hac,78)