Filmmor’dan Melek Özman’a göre, geçen yıl kaybedilen asker sayısından daha fazla kadını, en yakını erkekler öldürmüş. Son 5 yılın verilerine göre, en yakını erkekler tarafından öldürülen kadınların sayısı, aynı dönemde kaybedilen asker sayısından fazla.


 



Filmmor’dan Melek Özman’a göre, geçen yıl kaybedilen asker sayısından daha fazla kadını, en yakını erkekler öldürmüş. Son 5 yılın verilerine göre, en yakını erkekler tarafından öldürülen kadınların sayısı, aynı dönemde kaybedilen asker sayısından fazla. Çok düşündürücü veriler…


 


Asker kayıplarının neden ve nerede verildiğini herkes biliyor. Asker kayıplarını medyada verilen “şehit” cenazeleri haberleriyle içimiz yanarak izliyoruz. Kürt sorunu kaynaklı ilan edilmemiş bir “savaş” sürmekte. Yani politik bir mücadele söz konusu. Peki, en az kaybedilen asker sayısı kadar kadını, en yakını erkekler neden öldürüyor? Bu kadınlara ne ad vereceğiz?


 


Erkek egemen militarist terminolojiyi kullanırsak durum şu: Bu kadınlar, erkek egemenliği ya da kadın sorunu kaynaklı, ilan edilmemiş bir “savaşın” kurbanları. Kadın cinayetlerinde öldürülen kadınlar ise bu “savaşın” “şehitleri”. Yaralı kurtulan diğer şiddet mağduru kadınlar ise aynı “savaşın” “gazileri”. Gerçek bu kadar yalın ve çarpıcı.


 


Kısacası, yine Melek Özman’ın sözleriyle, “Bunlar münferit, adli cinayetler değil, politik cinayetler”. Peki, bu politik mücadelenin konusu ne? Erkek egemenliğinin yol açtığı kadın sorunu. Kadınlar ne istiyor da, erkekler vermemek için elini kana bulamaktan çekinmiyor? Kadın cinayetleri haberleri yanıtı veriyor. Bu kadınlar, yakınları olan erkeklerin egemenliğine karşı durdukları için şiddet görüyorlar, şiddetten kaçıp, ayrılıp özgür olmak istediklerinde ise öldürülüyorlar. Yani bu kadınlar erkek egemenliğine karşı, eşitlik ve özgürlük için verdikleri politik mücadelede can veriyorlar. Farkında olsalar da olmasalar da durum bu…


 


Buraya kadar, Kürt sorunu kaynaklı silahlı politik mücadele ile kadın sorunu temelli politik mücadele arasında paralellik kursak ta, iki mücadele arasında çok önemli farklar var. Erkek egemenliğine karşı kadınlarca verilen mücadelede kadınlar silaha, şiddete başvurmadan direniyor. Üstelik erkekler şiddete, silaha başvursa da durum böyle. Peki, bu mücadelede kadınlar başarı elde edebilir mi? Kimilerine göre edemez. Kadınlara yönelik şiddete karşı mücadele eden Konya Şefkat Der başkanı Hayrettin Bulan’ın ( dikkat, kendisi bir erkek ) önerdiği, kadınların silahlanmasını da içeren “Kadın Kalkanı” projesi başarı getirebilir mi?


 


Erkek egemenliğine karşı mücadele, onun ürünü olan militarist yöntemlerle verilemez, verilse de başarılı olamaz. Çünkü nüfusun yarısını oluşturan kadınların bu mücadeledeki en büyük zaafı silahsız olması ya da kaslarının daha güçsüz olması değil. Güçsüzlüğümüzün asıl nedeni, kadınların büyük çoğunluğunun erkek egemenliğine binyıllardır razı edilmiş olması. Dünya Değerler Atlası için Türkiye’de yapılan son kamuoyu araştırmasına göre durum şu: Kadınların %71’i “ ailenin reisi erkek olmalı” , %59’u “kadın her zaman kocaya itaat etmeli, sözünden çıkmamalı ”diyor. Son oran İzmir’de %40, Doğu Anadolu’da %71. “ İşsizlik varsa, işe almada erkeklere öncelik verilmeli” diyen kadınların oranı %60. Bu oran Danimarka’da %2. Evliliğin artık modasının geçtiğini düşünen kadınlar Türkiye’de %6, Fransa’da %36.


 


Duruma bardağın dolu tarafından bakarsak, Türkiye’de kadınların %29’u erkeklerin aile reisi olmasını, % 41’i kadının her zaman kocaya itaat etmesi gerekmediğini, işsizlik koşullarında işe almada erkeklere öncelik verilmemesini düşünüyor. Bu oranlar her yıl artıyor. Ailede eşitlik istediği, şiddet görmeyi reddettiği için koruma isteyen, sığınma evlerine başvuran , boşanan kadınlar da artıyor. Buna paralel erkek şiddeti ve cinayetleri de. Çünkü, yine Melek Özman’ın sözleriyle “kadınlar değişiyor, erkekler değişmiyor”.


 


Kadınlar değişiyor çünkü, bilgi ve iletişim çağında erkek kas gücü üstünlüğüne ve kadınların sürekli doğurma zorunluluğuna dayalı değerlerin ikna gücü hızla azalıyor. Kadınların yaşadığı, gözlemlediği gerçekler, onlara belletilen değerlerle çelişiyor. Erkek egemenliği dayandığı maddi temelleri hızla kaybederken, bu temele dayanarak ürettiği değerler ikna gücünü yitiriyor. Erkek egemenliğine karşı verilen şiddetsiz mücadelenin başarı olanakları da, başarı ölçütü de burada yatıyor. Yani zihniyet değişiminde.


 


Feministlere, kadın hareketine düşen görev her şeyden önce bu süreci hızlandırmaktır diye düşünüyorum. Değişmekte olan kadınların sayısını arttırmak için tüm kadınlarla ayrımsız, empati kurarak sürekli iletişim ve dayanışma içinde olmanın yeni yol ve yöntemlerini bulmamız gerekiyor. Şiddeti önlemek için erkeklerin de değişmesini sağlamak gerekiyor. En azından ,25 Kasım Kadına Yönelik şiddetle Mücadele gününde, meclisten, hükümetten çeşitli önlem ve yasalar istemekle yetinen, meslek örgütlerinin, sendikaların, medyanın, üniversitelerin, belediyelerin vs. şiddetin kaynağı olan erkek egemen zihniyeti değiştirmek için kendilerinin ne yaptıklarını sorgulamak zorundayız.


 


Elbette erkek egemen değerleri , buna dayalı şiddeti reddeden kadınların yaşama tutunmalarını, şiddetten korunmalarını, eşitlik ve özgürlüğünü sağlayacak önlemler, kurumlar, yasalar için sürekli mücadele edeceğiz. Ama, Medeni Yasa’da erkeğin aile reisliğine yıllar önce son verildiği halde, kadınların %71’inin hala “ailenin reisi erkek olmalı” dediğini unutmadan. Şiddet tehdidi altındaki kadınları korumakla görevli polisin, işe gitmeden önce kendi karısına şiddet uygulamış olabileceğini unutmadan.