14-16 Mayıs 2014 tarihlerinde Ankara’da yapılan VI. Aile Şurası’nda yine kadının adı yoktu.
14-16 Mayıs 2014 tarihlerinde Ankara’da yapılan VI. Aile Şurası’nda yine kadının adı yoktu. Şura aile odaklı düşünüldüğünden, kadının adı da olmadı zaten. Aile Merkezli Koruyucu ve Önleyici Sosyal Politikalar temalı Şura’nın; “İstismar, Şiddet ve Bağımlılık” başlıklı alt oturuma ben de davet edilmiştim. Kadına ve çocuğa yönelik şiddet odaklı olma ümidiyle katıldığım oturumlarda hayal kırıklığına uğradım. Adından kadının adının çıkarıldığı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın düzenlediği Şuraya, umutla ve heyecanla katılmıştım.
Oturumda çok sayıda kadın bakış açılı kadın olmasına karşın, çok da etkili olduğumuz söylenemezdi. Doğrusu bunu çok da beklemiyordum. Ama Bakanlıkta kadın ve aile arasında kurulmuş olan karşıtlık temelinde, ‘kadınların’ ve ‘kadın bürokratların’ halini görmek için gitmiştim. Halen bir umut olabilir belki düşüncesi ile. Evet, bazı kadın bürokratlar umudumu korumamı sağladı. Ama genel hava eril tahakkümün Bakanlık içindeki hakimiyetinin bir yansımasıydı. Doğrusu toplantıya her bakış açısından (feminist kadın örgütleri hariç) ve gruptan akademisyen davet edilmişti. Tabiî ki hakim anlayış daha fazla temsildeydi.
Şura’da Bakanlığın “aile odaklılığının” esas alınması talebi ve sözde kadınları temsil eden sivil toplum kuruluşları adına katılan muhafazakar erkeklerin ve kadınların eril bakış açısı toplantıya egemen oldu. İlginç bir biçimde, toplumsal cinsiyetin belirlediği değerler sisteminde, ataerkil aile ve ailenin sorunlarını ‘ekonomik yetersizliğe ve kötü alışkanlıklara’ bağlayan genel muhafazakar anlayış konuların özünü yine teğet geçti, geçirdi.
Malum, toplumdaki genel sinmişlik hali, orada da hakimdi. Tüm politikalarında olduğu gibi iktidar, ailenin sorunlarını da ekonomik yetersizliklerde görüp, bu sorunları Bakanlığın çok sayıdaki aile yardımlarına indirgeyen sosyal politikalarıyla, parasal sosyal yardımlara çözmeye çalışmakta. Oysa bu yolun tercihi, ne aileiçi egemenlik ilişkilerini ve cinsiyetçi rolleri sorgulatmayı ve dönüştürmeyi; ne de kadına ve çocuğa yönelen şiddet ve istismarı anlamayı ve gerçekçi çözümler geliştirmeyi olanaklı kılmıyor. Ama iktidarın toplumun muhtaçlık içindeki kesimlerini kendine bağımlı ve bağlı yaşamasına yarıyor.
Toplantı boyunca ve aralarda toplumun çeşitli kesimlerinden Şura’ya katılan kadınlarla ve erkeklerle konuşma şansımız oldu. Muhafazakar eril anlayışın kadınla erkeğin doğasını (onların tabiriyle ‘fıtratını’) biyolojiye indirgeyen ve kadını ikincilleştiren bakış açısı, kadının önüne aileyi çıkarıp, kadını yok sayıyor. Aslında biyolojinin farklı ama eşit olma ilkesi, kültürel temelli yaratılan cinsiyet eşitsizliklerini meşru görmek ve muhafaza etmek istiyor.
Egemen geleneksel aileiçi işbölümündeki gelenekçi yapı devlete ve Şura’ya da yansıyordu. Toplantıda doğrudan olmasa bile, aralardaki sohbetlerde ısrarla bu doğacı ayrışmanın eril muhafazakar kimliğiyle özdeşleştirilmiş düşünce egemenliğini kurmaya çalışılıyordu. Aileiçi kadın ve erkek rolleri, özellikle annenin bakım rolü ve babanın da otorite olma arzusu üzerine kurulmuş olan geleneksel, kapalı ve katı değerler sistemi kadını Şura’dan adeta dışlıyordu.
Cinsiyete dayalı bakış açısı, kadınları Bakanlık nezihinde aileden de dışlamış durumda. Gözlemlerim temelinde söyleyebilirim ki, Bakanlık kadını özel alandaki, hane içindeki rol ve görevleriyle tanıyor. Yani kadın özel ev yaşamında ‘yuvayı yapan dişi kuş!’. Ama bu kadın niye kamusal alanda var olamıyor? Kamusal alanda aileyi temsilen “birey olarak kadın” yok, olamıyor?. Bakanı kadın olsa bile, o Bakanlıkta ailede kadın yok. Esas düşündürücü olan bu!
Erkek merkezli bir kamusal alanda, devlette kadın sadece cins olarak ‘fıtratıyla’, anne olarak var, ama toplumsal alanda kendini de, aileyi de temsil eden birey olarak yok!!!
* Prof.Dr., Suleyman Demirel Uni., Fen Edebiyat Fak. Sosyoloji Böl.