1970’lerden beri feminist ve eleştirel medya çalışmalarında, bu olgu ele alınmış, ataerkil ve kapitalist sistemin cinsiyetçi söylem üretme pratikleri tartışılmıştır. Ülkemizde ise konu 1990’lı yıllarda sorgulanmaya başlanmış ve kadına yönelik şiddetle mücadelenin önemli bir parçası olmuştur.
Özellikle 2010’dan itibaren dozajı daha da artan doğurganlık söylemi ve kadın bedeni üzerinden giden tartışmalarda Türkiye medyası nerededir? Kadına, bedenine, cinselliğine ve doğurganlığına yüklenen aşırı önemle beraber, namusla ve kadının aile içi rolleriyle üretilen kadın imgesi, medyada özellikle gazetelerde, mufazakar, liberal ya da radikal fark etmeden, eş ve çocuklarla kurulu dar bir alana, eve, sıkıştırılarak sunulmaktadır. Medya çoğu kez cinsiyetçi, ataerkil ve hegemonik değerlerle erkek egemen açısını yeniden üretmektedir.
Aileiçi şiddet ve kadın cinayetleri haberlerin de benzer eğilimler söz konusudur. Kadın cinayetleri de, özel mülkiyet kültürünün ve ataerkilliğin bir yansıması olarak, cinsiyet ve cinsellik bağlamlarıyla işlenmektedir.
Kadına yönelik şiddet haberleri ağır fiziksel saldırı ya da ölümcül olduğunda medyada yer bulabilmektedir. Ancak, ciddi haberler arasına giremeden iç sayfalarda, cinsiyetçi söylemlerle yer alabilmektedir. Kadınlar cinayetlerine ilişkin haberlerde kadınlar ya kurbanlaştırılmakta ve/veya suçlanmaktadır. Kadının geleneksel rol örüntülerini yerine getirmemesi ve/veya ‘namusunu korumaması’ durumunda, sözel ya da fiziksel olarak cezalandırılmasının gereği normalleştirilmekte ve meşrulaştırılmaktadır.
Ailede kadını güçsüzleştiren, erkeğe otorite ve kontrol rolü yükleyen ataerkil yapı ve değerler, kadın ölümlerini meşrulaştırıcı bir ahlaki ve toplumsal zeminle sunulmaktadır. Özellikle kadın ve erkek arasındaki rol ve davranışsal farklılıklar medyada da bir zıtlık olarak tasarlanmakta, bu bağlamda insani ilişkiler de, güç ilişkileri temelinde tanımlanmaktadır. Geleneksel kadın rolleri etrafında tanımlanan bir namus söyleminin içeriği, geleneksel ve modern kadın rolleri arasındaki çatışmaya dayandırılarak ele alınmaktadır. Kadınların kendi yaşamları hakkında söz sahibi olma, ekonomik bağımsızlığını kazanma, boşanmayı isteme gibi ‘modern kadın olma’ davranış kodlarının, onları ölüme götüren nedenler olduğu bilgisi açık ve gizil mesajlar ve semboller aracılığıyla sunulmaktadır. Oysa medyanın kadınlara yönelik şiddet de dahil, tüm alanlarda toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında ve ayrımcılıkların önlenmesinde etik ve sosyal sorumluluğu vardır ve bu unutulmalıdır.
* Prof.Dr., Süleyman Demirel Üni., Fen Edebiyat Fak. Sosyoloji Böl.