Son günlerde gazeteleri açtığımızda Ankara, 9 Eylül, Mehmet Akif Ersoy ve Ege Üniversitesi gibi üniversitelerde cinsel taciz olaylarıyla ilgili haberlerle karşılaşıyoruz. Bu bir tesadüf mü? Yine münferit olaylar mı diyeceğiz? Yoksa yaygın erkek egemen bakışın, Siyasal İslamcı ve sözde milliyetçi eril politikalarının bir sonucu mu? Ya da Yüksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK’ün), siyasal İslamcı saldırılara karşı durma konusundaki yetersizliğinin bir ürünü mü? Hatırlanacağı gibi YÖK 2015 yılında Anadolu’daki üniversitelerde okuyan öğrencilerin kampüs içinde ve kent merkezlerinden yaşadıkları taciz olayları sonucunda bir karar almış ve üniversite rektörlerine “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesi” adı altında bir belge imzalatmıştı.

Son günlerde gazeteleri açtığımızda Ankara, 9 Eylül, Mehmet Akif Ersoy ve Ege Üniversitesi gibi üniversitelerde cinsel taciz olaylarıyla ilgili haberlerle karşılaşıyoruz. Bu bir tesadüf mü? Yine münferit olaylar mı diyeceğiz? Yoksa yaygın erkek egemen bakışın, Siyasal İslamcı ve sözde milliyetçi eril politikalarının bir sonucu mu? Ya da Yüksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK’ün), siyasal İslamcı saldırılara karşı durma konusundaki yetersizliğinin bir ürünü mü? 

Hatırlanacağı gibi YÖK 2015 yılında Anadolu’daki üniversitelerde okuyan öğrencilerin kampüs içinde ve kent merkezlerinden yaşadıkları taciz olayları sonucunda bir karar almış ve üniversite rektörlerine “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesi” adı altında bir belge imzalatmıştı. Bu belge üniversite yönetimlerine ve dolayısıyla kent bürokrasilerine toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanabilmesi için yapılması gerekenler konusunda ödevler yüklüyordu.  Bu kapsamda üniversitelerin eğitim programlarında “toplumsal cinsiyet eşitliği” dersine yer vermesi, yöneticilere, idari ve akademik personel ve öğrencilere toplumsal cinsiyet eşitliği farkındalığı kazandırmaya yönelik çalışmalar yapması ve cinsel taciz ve cinsel saldırılara karşı gerekli önlemleri alması öngörülmüştü.

Özellikle cinsel tacizin önlenmesi için üniversite kampüslerinde gerekli düzenlemelerin yapılmasına da önem verilmişti. Güvenli ulaşım sağlama, yurtları üniversiteye yakın yerlere yapma ve iyi ışıklandırma sağlama gibi tedbirler alınması öneriliyordu. Ayrıca, öğretim üyelerinin ve idari personelin de bu konuda eğitilmesi gerekmekteydi. Özellikle üniversitede yer alan erkek personelin (akademik ve idari) kendi statülerini kullanarak kız öğrenciler üzerinde kurdukları baskıların tacize dönüşmemesi için gerekli bilinçlendirme çalışmalarını yürütmesi gerekiyordu. Ama bunun yapıldığını söylemek pek de mümkün değil! Hatta YÖK, erkek egemen İslamcı kanattan gelen eleştirilere bir yıl bile dayanamadı. “Yükseköğretim kurumları Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesi”nin, kavramın farklı algılara yol açtığı gerekçesiyle Şubat 2019 tarihinde geri çekti ve resmi web sayfasından kaldırılmasıyla ilgili görüşünü açıkladı. Hem de 8 Mart 2016 tarihinde! Kadın çalışanları ve öğrencileri ayrımcılık ve tacizlerle yüz yüze bırakma pahasına! Bu tutumunun sonuçları ise ortada!  

Cinsiyetçi bakış ve politikalar nedeniyle üniversitelerde suistimal ve taciz olayları kadın öğretim üyeleri ve öğrencilerin karşılaştığı bir durum; ama son dönemde pervasızlık arttı. Öğrencilerini taciz eden erkek hocalar, erkek egemen bakışla “adamın ailesi, çocukları var” türü söylemlerle sözde ailecilik politikalarıyla ya da ideolojik bağlantıları öne çıkarılarak korunmaya devam ediyor. Taciz olayları basına yansımaz ise, kapatılıp, tacizciyi koruyan önlemler paketi devreye sokuluyor. Tacizi yapan erkek öğretim üyelerine uyarı, kınama ve yer değiştirme gibi hafif cezalar veriliyor. Eğer tacizci yaşlı bir erkek öğretim üyesi ise, emekliliğe sevk edilebiliyor. Genç ise üniversite içinde birimler arasında yer değiştirmelerle yetiniliyor.

Taciz karşısında susmayan, tacize göz yummayan, sessizin sesi olmaya çalışan, öğrencisinden yana duran hocalar da zor durumda kalabiliyor. Başka bir fakülte ya da bölüme sürülme ya da işlerine son verilme gidi durumlarla karşılaşılabiliyor. Terörist damgası da yiyorlar; Maocu, komünist, FETÖ’cü, PKK’lı ilan ediliyorlar. Tacize uğrayan kadın öğrenciler tacize uğradıkları gibi, tacizi yapan öğretim üyesi ve korumacıları tarafından “namussuz, yollu” gibi erkek egemen söylemlerle etiketlenip, değersizleştirilirken, eğitim hakları ellerinden alınabiliyor. 

Peki, sayın rektörler ve üniversite yönetimleri, suistimale, tacize ve hatta tecavüze uğrayan çocuklar kimin çocukları? Pek çok genç kadın, erkek hocalarının not baskısıyla, suistimal ya da taciziyle ve hatta tecavüzüyle karşı karşıya kalmakta, bunları görmüyor musunuz? Eğer yeniden Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesine sahip çıkılmaz ise, üniversitedeki tacizler sadece kadın öğrencilere değil, size de zarar verecek. 

Eğer tacize uğrayan sizin çocuğunuz olsaydı ne yapardınız? Bir düşünün isterseniz…