Yaşadığımız ülkede kadınların kamusal hayatı üzerinden düşünürken, eril siyasetin makbul kadınları hep önemli olmuştur. Toplumsal alanda istenen ve ideal kadını temsil etmesi düşünülen kadınlar, eril siyasal sistem ve partilerce biçimlendirilerek vitrine konulmuşlardır.
Yaşadığımız ülkede kadınların kamusal hayatı üzerinden düşünürken, eril siyasetin makbul kadınları hep önemli olmuştur. Toplumsal alanda istenen ve ideal kadını temsil etmesi düşünülen kadınlar, eril siyasal sistem ve partilerce biçimlendirilerek vitrine konulmuşlardır.
Modernliğin olduğu gibi, sırtını sözde geleneğe dayamış yeni modernin mahremi olan yeni makbul kadınlar da, iktidar partisi özelinde, artık sahnedeki yerlerini almış durumlar.
2001 yılından beri istenen ve son birkaç yıldır egemenliği artan, bugünkü siyasal iktidarın ‘olgunluk’ döneminin “makbul kadını”; muhafazakâr-modern ya da yeni (post) modern, örtülü ve son derece şatafatlı modaya uygun giysi ve görünümüyle ortada.
Çalışma bakanımız “kadın istihdamının düşük olmasının nedenini” de, “örtülü kadınların çalışamamalarına” bağlayarak özgün çözümlemeler ortaya koymuştu! Bu çözüm çerçevesinde kadınlar arasında yaratılan hiyerarşide, örtülü kadın, makbul kadın olarak üst konuma oturtuldu ve kadının istihdam sorunu da böylece çözüldü! Hatta makbul örtülü kadının birçok kamu kurumunda ve medyada fazlaca boy göstermesi ise, bir tür meydan okumaya dönüştü. Örtülü kadınlar da, tıpkı kendilerinden önceki ideal kadınlar gibi, tepeden bakmaya başladılar. İktidar sarhoşluğu içinde etrafındaki kadınları ezen bakışlarıyla kendisi gibi olmayana ve iktidarca makbul görünmeyeni mahalle baskısıyla da değil, aleni olarak baskı altına aldılar. Onlar artık, her kamu kurumunda neredeyse formatlanmış bir biçimde, erkekler karşısında daha itaatkâr, iyi geçinen abla rolleriyle, yeni kamusal alanın sahipliği içinde boy aynasındalar.
Onlar için 8 Martın çok önemi yok gibi. Çünkü onlar “ustalık dönemini yaşayan iktidarın makbul kadını” olarak, eril siyasetin toplumsal alanında onlara tanınan rollerini çok sevmiş görünüyorlar. Kadınlara yapılan haksızlıkları ve şiddeti çok da umursamıyor gibiler.
Onlar kendilerinden beklenen rolleri sabırla oynadıkları ve inançta üstün olmayı erkeklerine de gösterdikleri sürece, muhafazakâr ahlakla şiddetten kaçabileceklerine inanıyorlar. Aileiçi şiddete uğramanın kadının kendi suçu olduğunu ileri sürüyorlar. Kocasına yeterince iyi eş olmamasına, dırdırcı olmasına, perdeyi yeterince kapatmamasına, açık-saçık giyinmesine, telefonunun meşgul olmasına, çayı iyi demlememesine, aile içi geleneksel rollerini yeterince iyi yerine getirmemesine, yani “makbul ve makbul kadın olmaması” bahanelerine bağlıyorlar.
Muhafazakâr camiadaki tek istisna Şefkat-Der gibi görünüyor. Derneğin öldürülme riski altındaki kadınlar için hayatta kalma rehberindeki önerileri ise, okuyanları, özellikle kendini muhafazakâr tayin edenleri çok ürkütmüş gibi görünüyor. Ürkütmek için ne demiş diye baktığınızda, kuruluşun kadınlara “yanınızda sprey taşıyın, savunma sporları öğrenin, hatta silah ruhsatı alın” gibi önerileri var.
Oysa 2011 yılında şiddet görmüş kadınlara yönelik hazırladığımız bir rehberde kadınların evden güvenli bir kaçış planı hazırlamaları gerektiğini dillendirdiğimizde, bu ifade tepki çekmişti. Ne demek şiddet görmüş olsa bile kadının “evinden çıkış ya da kaçış planı hazırlaması” düşüncesi! Kadın ancak evden ya atılırdı, ya terk edilebilirdi ya da ölüsü çıkardı. Çıkıyor da 2013 yılında kadın cinayeti sayısı 237 oldu. Bunların çoğu yoksul, savunmasız ama “makbul” kadındı. “Makbul” kadın olmak, ne kadını şiddet korumak için yeterli oluyor, ne de kadının toplumsal statüsünü iyileştirmek için…
* Prof.Dr. Suleyman Demirel Uni. Fen Edebiyat Fak.Sosyoloji Böl.