Köy evimin arka bahçesi sarı Daffodillerle ( Nergis çiçeğinin bir türü) kaplı her sabah gözümü bana gülümseyen sarı gülücüklere açıyorum ama biliyorum ki bir süre sonra bu gülücükler solup gidecek o nedenle de onlara her sabah ayrı bir özenle bakıyorum. Onları keyifle izliyorum…

Yaşamı izlemeyi öğrenmenin maliyetiyle artık barıştım… Yaşamı izlemeyi öğrenmeseydim eğer bugün hala ordan oraya savrulmaya devam edecektim… Bu yazıyı yazarken evimin taş duvarlarından bana bakan Tunç Tanışık ve Ali Kotan resimlerine de hergün yeniden ve yeni bir gözle izlediğimden beri ayı resimlerin bana ne kadar farklı hikayeler anlattıklarını da öğrendim… Renklerin dili…

Yaşamın hem içinde hem dışında olmak gibi bir duygu yaşamı seyretmek… Geleceği planlayabilirim kibrinden sıyrıldığımdan beri geleceğin belirsizliğinden korkmamayı da öğrendim. Biliyorum ki tıpki bahçemde ki sarı Daffodil’lerin solması gibi; iyi, kötü, acı, tatlı herşey geçiyor klişesinin gerçekten ne söylediğinin farkına varabilmek…  Geçici olana izin vermek… Geçici olanı kabul etmek… Tıpkı bizlerin ve yaşamımızın da geçici olması gibi… Geçici…

Bu hafta  Orta Galler’de ki bir  Galeri’de resim sergimin açılışı var. Beni tanıyanlar,  resim çizmeye, boyamaya karşı her zaman bir ilgim olduğunu bilirler, bilirler  ama bir şekilde hiç bir zaman çizmeye, boyamaya gerçekten zamanım olamadı… Hep amalar… Amaların yarattığı duvarlar… Duvarların içinde ki ben…

Amacım ressam olmak olmadı hiç zaman ama içimdekileri renklerle ifade etmek… Sözcükler olmadan, bir şey çizmeye çalışmadan sadece renklerle içimdekileri aktarmak… Birilerini etkilemek için değil kendimi ifade etmek için çizip boyamak… Beğenilmek, eleştirilmek, rezil olmak kaygısı taşımadan üretmek… Bir gün gerçek bir galeride sergim olacağı fikrini rüyamda bile göremezken gerçeğini yaşamak…

Sanırım bugünler en çok hissettiğim duygu… Minnettar olma ve şükran duygusu… Kime mi? Her hangi bir kimseye değil… Yaşamıma, bana kattıklarına, elimde olanlara, sağlığıma, aklıma, güçüme, inadıma, sabrıma, hassaslığıma, vazgeçmeme, gerçek dostlarıma, bahçemdeki sarı Daffodil’lere, mutfağımın çamındaki renk renk açan çiceklere… Bu liste uzayıp gider… Up uzun bir listem olması  bile şükran duymam için yeterli bir neden bence…

Ve sessizliği dinlemeyi öğrenmek. Bir zamanlar yaşadığım her şeyi sevdiğim herkesle paylaşmadan duramazdım sanki… Sonra gördüm ki benim paylaştığım her şey şekil, renk, doku değiştirivermiş… Paylaşmanın mutluluğu bana dönen öldürücü bir silah oluvermiş… Paylaşmak… Hani paylaşınca çoğalırdı insan… Hani paylaşınca azalırdı acılar… Hani paylaşmak… Sonra sustu içim anlaldım ki yaşam tek kişilik bir keşif… Bu keşifte misafirlerimiz oluyor hepsi bu ama herkes bir misafir aslında… Gelen ve giden… Tıpkı bana her sabah gülümseyen Daffodil’lerim gibi… O nedenle de gelenlere de gidenlere de aynı gözle bakmayı öğrenmek çünkü onlar da tıpkı Daffodiller gibi bir gün sarı sarı gülümseseler bile bir başka gün solup gidebilirler… 

*Yazar/ [email protected]