Yaklaşık 20 yıldır bu köşede yazıyorum. İlk yıllarda yazılarımın konusu, daha çok medyada yer alan kadın temsilleri üzerine idi.
Yaklaşık 20 yıldır bu köşede yazıyorum. İlk yıllarda yazılarımın konusu, daha çok medyada yer alan kadın temsilleri üzerine idi. Bir süre sonra ise hem dizilerin giderek bir çöplüğe dönüşmesi ve yanı sıra da gerçek hayat hikayelerinin daha fazla çarpıcı olduğu için çevremdeki kadınların gerçek hayat hikayelerine yer verdim. Tüm bu zaman içinde ise kadının direkt siyasetle ilişkisine dair yazdığım yazı, üçü beşi geçmedi.
Zira bu gazetede zaten o tarz yazıları yazan arkadaşlarımız vardı. Bu konuda yazdığım en siyasi gibi görünen yazı ise, Binali Yıldırım’ın erkeklerle oturup yemek yediği bir restoranda bir kaç masa ötede eşinin tek başına oturuyor olduğu fotoğrafı üzerine idi. Her şeyden önce insan olarak beni çok inciten bu haber fotoğraf için yazmazsam hem kendi cinsime hem insan tarafıma haksızlık edecek olduğumu düşünmüştüm.
Bildiğiniz gibi 31 Mart Yerel seçimlerinden 21 gün sonra, 21 Nisan Pazar günü yaşadığımız Ana Muhalefet Partisi Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na, şehit cenazesine gittiği yerde linç girişimi yapılmıştı. O haber fotoğraflarının ve haber filmlerinin içinde yer alan bir kare ve bir görüntü nedeniyle, yine bir kadın ve bir insan olarak bu yazıyı yazma gereğini hissettim. Zira yazmasam vicdanım beni rahatsız edecekti. Dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun asla normal karşılanması mümkün değildi bu olay. Neresinden bakarsanız bakın, nereden ve kimden gelirse gelsin şiddetin her türüne karşı çıkan bir insan olarak başlı başına çirkin bir olaydı.
Bu olay üzerine çok konuşuldu ve çok yazıldı çizildi. Hele bir de saldıranların serbest kalması sonraki günler için tehlike sinyallerini içinde barındıran, gerçekten çok endişe verici bir olaydı. Ama burada olayın genelinden ziyade bir fotoğraf ve o haberin kısa filmi üzerine duygu ve düşüncelerimi paylaşmak istedim.
Elbette şiddetin cinsiyeti olmaz ve hangi cinsten gelirse gelsin karşı çıkılması gereken bir olay. Ancak, bir insanı doğuran ve kucaklayan, ya da doğurma potansiyeli olması nedeniyle kadının her zaman daha barışçıl ve daha sevgi dolu olduğunu iddia edilir. O nedenle o fotoğrafta nefretle saldırın diye bağıran genç türbanlı kadın, zaten kendisi çok çirkin olan bu olayda beni daha da çok üzdü. Burada kadının türbanlı
olması değildi takıldığım mesele. Kadın olması idi. Zira şiddet çoğu kez erkekle özdeş düşünülen bir eylemdi. O nedenle zaten kendisine karşı çıktığımız şiddet eyleminin kadın tarafında yapılıyor ve kışkırtılıyor olması üzüntümüzü ve öfkemizi ikiye katlayan bir şeydi. O zaman bir kez daha anladık ki, sevginin, şiddetin, fanatizmin ne cinsiyeti vardı, ne de türbanlısı, türbansızı vardı. Bir insanın saldırgan, fanatik, nefret ve şiddet dolu olması için ille de erkek olması gerekmiyordu. Aynen yüreğinde insan sevgisi taşıması ve barışçıl olması için de kadın olması gerekmediği gibi.
Türbanlı olmasına takıldığım tek nokta, dinimizde dünya malına tamah edilmemesi öğütlendiği halde, üç günlük dünya malı, mülkü için bu tür hoş olmayan olayların içinde yer alınması. Ve yüz yılardır erkeğin aklı, kadının duygu ile özdeşleştirildiğini de göz önünde bulundurursak, fotoğrafın bu anlamda da negatif anlamda ezber bozduğunu söylemek mümkün. Mesele, her zaman dile getirmeye çalıştığımız gibi,
mesele kadın ya da erkek olmak değil, İNSAN olmak.
Şairin dediğine katılmamak ne mümkün: “Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey.”
Sağlık ve sevgiyle kalın.