O’nunla ilk karşılaştığımızda kan ter içinde, yorgun bir vaziyette idim…O nedenle ilk anda çok fazla dikkat etmek ve gözlem yapma fırsatım olmadı. Ancak o halime rağmen enerjisi beni çekmiş ve içimdeki bir ses, bu kadına dikkat etmem gerektiğini söylemişti.
O’nunla ilk karşılaştığımızda kan ter içinde, yorgun bir vaziyette idim…O nedenle ilk anda çok fazla dikkat etmek ve gözlem yapma fırsatım olmadı. Ancak o halime rağmen enerjisi beni çekmiş ve içimdeki bir ses, bu kadına dikkat etmem gerektiğini söylemişti. Nitekim her zaman olduğu gibi o ses yanıltmamıştı beni.
Dernek binamızdaki toplantımızda karşılaştığımız o ilk günün haftasında, bir hafta önce vahşice zehirlenen bir anne köpeğin 9 bebeğine dönemeçli olarak birer gün dernek üyelerimiz bakıyordu. O, 9 yavrunun biberonlu özel bakımını bir değil, birkaç gün üstlendi. Yüreğimin ilk seslerinin bana bir kez daha doğruyu söylediğini anlamıştım. Ancak sonraki görüşmelerimizde insanlara ve hayvanlara yaklaşımının farklılığını gördükçe bir kez daha inandım iç sesime. Evet …bu kadın farklıydı. Ertesi günlerde yaşadığım ve tanık olduğum olaylar karşısında bu düşüncem daha da pekişti. Hüzün, coşku, merhamet, pek çok duyguyu barındıran gizemli bir yüz ifadesi vardı. Esmer, kara gözlü, yaşına göre oldukça fit sayılabilecek bu kadın 50’li yaşlarını terk edip 60’ına doğru yol alan, sigaranın dışında pek çok konuda kendine dikkat eden biriydi. Sonraki günlerde de cansiperane dernek ve hayvanlar için çalışması sadece benim değil diğer üyelerin de dikkatini çekmişti. O, son derece fedakâr biçimde her işe koşuyor ve hep yanımda, yanımızda olduğunu hissettiriyordu. Ama bu koşuşturan, çalışan ve çoğu kez de güler yüzlü olmaya çalışan kadının gözlerinin ardında bir hüzün vardı sanki. Ve bu hüznün yıllara yayılan bir hüzün olduğunu anlamak için biraz yakınlaşmak ve iç dünyasına girmek gerekiyordu. Ben de onu yaptım ve her geçen gün biraz daha yakınlaştım. Bana güvenmişti.
Sağladığım bu güven, yavaş yavaş bana açılmasına yardımcı olmaya başladı. İlk ağzından dökülen cümlelerde o gizlemeye çalıştığı hüznün nedenleri ortaya çıkmaya başladı. Eşi çok kısa denebilecek bir sürede tüm malvarlıklarını kumarda kaybetmişti. Bunun üzerine boşanma davası açmış ve boşamıştı kocasını. Ancak eşinin gidecek yeri yok diye O’nunla yaşamaya devam ediyordu. Bu sohbetler sırasında iki çocuğunun ve iki torununun olduğunu öğrenmiştim. Merakla yüzüne baktığımda da “şaşırma, çünkü 14 yaşımda evlendim” deyince, “çocuk gelin…..zorla mı evlendirdiler..” sözleri dökülüvermişti. Bunun üzerine de, “Yoooo çok büyük bir aşktı, ben kendim evlendim…” cümlesini duyunca da şaşkınlığım tavan yapmıştı. Beni şaşırtmaya devam ediyordu. Öyle görünüyordu ki, devam da edecekti.
Bir gece sohbetin yoğun olduğu bir ortamda hafif bir alkolün de etkisiyle biraz daha açılmaya başladı. Fakat duygusallığın da tavan yapmasıyla hem ağlıyor, hem anlatıyordu. Yakın geçmişte buradaki bir yazımda kullandığım, İbn-i Sina’nın o ünlü, “Hiçbir sanat eseri gerçek hayatın kendisi kadar şaşırtıcı değildir.” lafını anmanın tam sırası. O, eşinin tüm malvarlıklarını kaybetmesinin yanı sıra, bir annenin yaşayabileceği en büyük travmalardan birini yaşamıştı. İngiltere’nin en iyi üniversitelerinden birinde yüksek lisans yapan kızı, bir süre sonra uyuşturucuya alışmıştı. Tedavi için çağırırlarsa gelmez düşüncesiyle kızını bir yalanla çağırmışlar ve havaalanından alarak direkt bir tedavi merkezine kapatmışlardı.
Yaşadığı bu büyük travma, gündelik hayatta unutmaya çalışsa da bu tarz ortamlarda tekrar ortaya çıkıyor ve o anı yeniden yaşıyormuşçasına sarsılıyordu. Kanımca bu tür travmaları yaşayan annelerin de bir süre ciddi bir sağlık kontrolü altında tutulması gerekiyor. Günlük hayatta çevremizdeki insanların yüzlerine baktığımızda, o yüzün ardındaki beynin ve yüreğin neler yaşadığını, nasıl başa çıkabildiğini ya da çıkamadığını anlamak gerçekten çok zor. Ama istersek anlayabiliriz ve profesyonelce olmasa da elimizi ve yüreğimizi dostça uzatarak hayatı onlar için biraz daha dayanılır kılmaya yardımcı olabiliriz.
Sağlık ve sevgiyle kalın.