Bundan 24 yıl önce, 1988 Yılında tanıdım O’nu. 40’lı yaşlarının başında idi.
Bundan 24 yıl önce, 1988 Yılında tanıdım O’nu. 40’lı yaşlarının başında idi. Sürekli gülen, hayata hep pozitif bakan, sevgi dolu, etrafına ışık saçan bir kadındı. Çevresinde hep entelektüel, aydın insanlar vardı. Muhteşem bir aşk yaşıyordu.
Sevdiği adam hem beynini, hem ruhunu doyuruyordu. Birlikte yaptıkları ve yaşadıkları her şey O’na, var olan beyin ve ruh zenginliğine yeni bir şeyler katıyordu. Aşkla ve sevgiyle geçen yıllardan sonra ayrılık gelip çattı. Zira adam evliydi ve yol ayrımına gelinmişti. Çalıştığı kurumdan emekli oldu ve küçük bir sahil kasabasına yerleşti. Huzuru orada bulacağından emin olan o muhteşem kadın, yerleştiği kasabada da rahat durmadı ve orada da yapacak işler buldu. Belki karşı cinse aşk duymuyordu artık, ama inanılmaz huzurlu ve mutluydu. Hayatı, yaptığı iş, dostlar, sohbetler, bol okumalar derken akıp gidiyordu. Sahil beldesinin de verdiği huzur ve sükûnet O’na iyi gelmişti.
Derken beldeye yerleştiğinin üçüncü yılında babasını kaybetti. Anne ise henüz beden ve ruh sağlığı yerinde, İzmir’de tek başına hayatını devamettirebiliyordu. Arada annesine gidiyor, ya da annesi O’na geliyordu. Taa ki, annesinde Alzheimer belirtileri ortaya çıkıncaya dek. İlk başlarda annesini evinde misafir etti, ancak zaman içinde bu misafirlik doğal olarak sürekli bir ikamete dönüştü. Yaşayanlar bilirler, bu sinsi hastalık, onca yıl, beden ve ruh sağlığı yerinde olan nice insanı akıl almaz hallere düşürmüştür. Nitekim o arkadaşımın annesinde de aynı şey oldu ve cumhuriyetin ilk aydınlık kadınlarından olan annesi, o muhteşem kadın Alzheimer denen o rezil hastalığın pençesinde idi artık.
Arkadaşım, o muhteşem kadın, artık başka biri olmaya başlamıştı. Hayatını annesine göre düzenliyordu ve yaşamının merkezi annesi idi. Hiçbir yere gidemiyor, annesini bırakamıyordu. Derken bir gün teyzesinin gelininin eşinden şiddet gördüğünü öğrenince, teyzesinin gelinini ve iki kızını aldı geldi başka bir Ege kasabasından. Birden beş kişilik kocaman bir aile olmuşlardı. O da bu evin reisi! Bir yandan sorumlulukları artmıştı belki, ama öte yandan da teyzesinin gelini belli alanlarda O’nun işini kolaylaştırıyordu. Örneğin birkaç günlüğüne bir yerlere gidebiliyor, ya da dışardan geldiğinde derli toplu bir ev ve sıcak bir yemek bulabiliyordu.
Hepsinden önemlisi annesini güvenle bırakabiliyordu. Giderek annesinin durumu ağırlaşmaya başladı ve gözlerinin önünde erimeye başladı. Derken, o kaçınılmaz son geldi ve annesinin evine gelmesinin üzerinden 12 yıl, teyzesinin gelini ve kızlarının gelmesinden 7 yıl kadar geçtikten sonra, annesi O’nu terk etti. O, bir ayın içinde eridi ve çöktü. Ama Allahtan yalnız değildi. Gelin kızları yerine koyduğu kızlar, kendisini toparlamasında destek ve yardımcı oldular. Kızların okulu, giysileri vs. derken oyalanıyordu.
Bir gün, büyük kız üniversiteyi başka bir şehirde kazandı ve gitti. Bir yıl sonra da bir gün habersizce küçük kız ve anneleri de gitti. Habersiz gitmeleri çok yıktı O’nu. Yine çok büyük bir çöküntü içine girdi. Yeniden kendini daha toparlayamadan büyük kızın evlendiği haberini aldı. Yıllarca onca üzerlerine hayal kurduğu insanlar birden ve hem de fena halde hayatlarından çıkarmışlardı O’nu. Onca yıl yapılan fedakarlıklar karşısında tüm bu yapılanları hak etmediğini düşünüyordu.
Birden yalnız kalıverince, tüm bu yapılanların yanısıra annesinin rahatsızlığı ve bu rahatsızlık esnasında yaşananlar da birden çökmesine neden oldu. Artık yaşı 65 olan ama daha çok yorgun, bezgin ve isteksiz bir kadın vardı. Ve insanın gözleri önünde bir sevdiği insanın böylesine erimesi inanılmaz üzücü idi.
Sağlık ve sevgiyle kalın..
* Prof.Dr., Ege Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Radyo ve sinema bölümü