Ateşi gece balık tutmaya gittiğimizin ikinci günü keşfettim..İlk gece sabahın ilk ışıklarına kadar ki balık tutma maceram çok keyifli geçmişti. Zaten benim amacım balık tutmaktan ziyade anda kalarak geceyi ve doğayı deneyimlemekti.

Ikinci günün sabahı çok az uyku ile erkenden uyandım. Hayatımda ilk defa bir çadırda uyumuştum ve çadır hayatının düşündüğüm kadar kötü olmadığını da gördüm. Çadır’ın içinde yatarken 'ne kadar çok yargılarım' vardı diye düşündüm. Hiç tecrübe etmeden, sadece uzaktan görerek verdiğim kararlar ve bu kararların doğruluğuna olan sarsılmaz inancım. Ve tecrübe ettikçe pek çok yargımın aslında ne kadar da gerçekten uzak olduğu gerçeği… Ve yargılarla yaşamanın verdiği o gerilim…

Uzaktan izlediğimiz deneyimleri bizim değerimizle özdeşleştirdiğimiz için yaşadığımız karmaşalar… Layık olmanın yada olmamamın getirdiği ön yargılar… Yaşamın sadeliğinden koparak, tükenmenin sarhoşluğunda yok olmalarımız… diye düşünceler düşünceleri izlerken… Kamp yerinde hayat çoktan başlamıştı bile ancak biz akşam balığa gideceğimiz için bütün günümüz boştu. Böylece nehir kenarında harika bir yürüyüş imkanı buldum.

Isırgan otlarının arasından, kimi zaman baldırlarıma kadar nehire batarak yürürken yağmurda
bize eşlik etmeye başlamıştı bile. Havanın yağmurlu olacağını bildiğim için bana hediye edilen
güya beni yağmurdan koruyacak bir pantolan ve ceket almıştım. Bunları pantolonumun ve
montumun üzerine giyecek ve ıslanmayacaktım.

Akşam balık tutacağımız yerde oturmaya başladığımızda yağmur oldukça hızlanmıştı ama ben
yağmur geçirmez hediyelerimi üzerime giydiğim için kendimden çok emindim, taa ki iç
çamaşırıma kadar sırıl sıklam olana kadar. Bir yandan durmayan yağmur, bir yandan rüzgar, bir
yandan kendine kızan, bir yandan da bu durumla ve kendimle dalga geçen ben.

Her ne kadar anda kalıp, sakince durmaya ve duyularıma konstantre olmaya çalışsam da
hızlanan rüzgar nedeniyle hafif hafif titremeye başlamıştım bile…Arkadaşım etraftaki küçük
dalları toplayıp ateş yakarken içimden şimdi bu ne işe yarar ki diye düşündüm. Küçücük, bir
avuç kadar bir ateş yaktı ve “ateşe yanaş kurursun” dedi.

Yağmur azalmıştı ama… Ateşi yaklaştığımda herşeyin kuruyacağına tabii ki hiç inanmıyordum
ama bir anda hissettiğim ısı nedeniyle gerçekten minnettar oldum. O küçücük ateş bir anda
titrememi durdurmuştu. Etrafımızda bir sürü kurumuş dallar olduğunu görünce ateşi canlı
tutmaya karar verdim. Ve ateş sayesinde hayatımın en eğlenceli gecelerinden birini yaşadım.
Küçücük bir ateş hem üzerimde ki herşeyi kuruttu hem gece boyu beni ısıttı, hemde çocuklar
gibi üzerinden atlayıp zıplayar eğlenmeme neden oldu. Oysa ki o küçük ateşi, nasıl da
küçümsemiştim… Yine yeniden doğayla nasıl koptuğumu görmek içim acıttı. Ateşten bile ne
kadar uzaklaşmışım oysa ki Elan Valley’de de kendi küçük evimde de hep kocaman bir açık
şömine ile yaşamama rağmen…

Basit olan herşeyin yerini alan günümüz konforu bir yandan da bizi doğayla tamamen koparıyor diye
düşündüm. Ne kadar çok alışmışım kolay ve zahmetsiz olan herşeye… Ne kadar çok alışmışım
her şeyin makineler ile halledilmesine… Isınma, bulaşığın, çamaşırın yıkanması,
kurutma….

Bunlara asla karşı değilim ama bütün bu konforun beni doğadan ve basit çözümlerden ne kadar
kopardığını görünce herşeyi ne kadar doğal kabul ettiğimin de farkına vardım. Ancak hayatımı
kolaylıştıran bütün bu makinelere sahip olduğum için kendimi şanslı sayarken bunların dışında
olan hayatı deneyimlemek için de kendime izin vermeyi öğrendim… “Konfor” çok güzel ama kimi
zaman “konforsuzluğun”da bambaşka bir güzelliği olduğunu keşfediyorum… O nedenle de
yargılamanın rahatlığından vazgeçip deneyimin özgürlüğünde yaşamayı seçtiğim için her gün
yaşamı yeniden keşfediyorum…

-----------------------

*Yazar/ [email protected]