Tüm ülke seçim heyecanına kilitlendi geçtiğimiz aylarda… Seçime 3. 5 ay kala ortalığa saçılan ‘tape’lerle ortalık daha da heyecanlandı ve sözel şiddet olanca fütursuzluğu ile havada uçuştu.
Tüm ülke seçim heyecanına kilitlendi geçtiğimiz aylarda… Seçime 3.5 ay kala ortalığa saçılan ‘tape’lerle ortalık daha da heyecanlandı ve sözel şiddet olanca fütursuzluğu ile havada uçuştu. Sadece sözel değil mecliste bile fiziki şiddet vardı. Siyaset ve medya camiasından pek çok kişi bu sözel ve/veya fiziksel şiddet arenasında payına düşeni yaşadı.
Devletin uyguladığı şiddetle hayatını kaybeden insanlar üzerinden çirkin politikalar üretildi ve insanın yüzünü kızartan ve insan olmaktan utandırması gereken pek çok manasız sözcükler ve cümleler ortalığa saçıldı. Fiziki ve sözel şiddet ülkenin her tarafında türlü çeşitli biçimlerde varlığını devam ettirdi. Siyasi ve toplumsal arenada tüm bunlar olup biterken, okula gitmesi gereken pek çok kız çocuğu yine zorla evlendirildi ve pek çok kadın, çok yakınındaki bir
erkeğin şiddetine maruz kaldı. Yakını olan bu erkeklerin çok büyük çoğunluğu da elbette eşleri ya da ayrıldıkları eşleriydi. Aralarında baba ve abi şiddetine maruz kalanlar da vardı…
Çoğu kez medyada bir haber olan bu olaylar hep sanki bize uzak gibidir. Ne zaman ki bu insanlık dışı olayı yakınımızdan biri yaşar, o zaman daha da acıtır bizi. Ne de olsa daha da gerçekliğe bürünmüştür olay. Geçtiğimiz haftalarda derslere hiç devamsızlık yapmayan, efendi ve çalışkan bir öğrencimin derse gelmemesinin nedenini sorduğumda arkadaşları, annesinin düştüğünü, belini kırdığını ve hastanede onun yanında olduğunu söyledi. Ertesi hafta derse gelen öğrencime “geçmiş olsun” dedim ve annesinin durumunu, nerde düştüğünü ve evde düştüyse olayın, belini kıracak kadar nasıl ve ne şekilde olduğunu sordum. Öğrencim buruk bir ifadeyle, aslında annesinin düşmediğini babasının şiddeti sonunda bu hale geldiğini, ve annesinin en az 3 ay yataktan kalkamayacağını söyledi. Dehşete düşmüş bir şekilde, öylece kalakaldım. Bir süre konuşmadan sadece şaşkın ve acı içinde genç arkadaşımın yüzüne, gözlerine daldım gittim. Ben “ilk kez mi oldu?” diye sorunca da öğrencim anlatmaya başladı:
“Hayır hocam. Çocukluğumdan beri, kendimi bildim bileli babam bunu yapıyor. Ancak bu kez şiddetin dozu çok fazlaydı. Şimdi, ben ve abim para kazanmaya başladığımız için annemi o evden aldık başka ev tuttuk. Artık bizimle. Biz iki kardeşiz. Ben, abim ve annem üçümüz birlikte oturacağız. Bir haftadır evin işleriyle uğraşıyorum. Sanırım annem hastaneden çıkıp da iyileşince, bambaşka, huzurlu bir hayatımız olacak. Öğrencimi anlamaya çalışıyor ve dehşetle yüzüne bakmaya devam ediyordum. Ben, “Ama…” diye cümleye başlıyordum ki, “Evet hocam, çocukluğum bu şiddete tanık olduğum, ağır bir travmayla geçti. Nasıl baş ettiğimizi ve nasıl katlandığımızı bilmiyorum, ama bildiğim tek şey artık annem şiddet görmeyecek. Annem üç ay kadar yatacak, fakat daha sonra hayatının bundan sonrasını huzur
ve güven içinde geçirecek.”
Bir an düşündüm. Bir insanın belinin kırılması için nasıl ve hangi şiddette bir darbe alması gerekiyordu? Bu insanın çektiği acının şiddeti, uğradığı psikolojik travmanın şiddetiyle kıyaslansa hangisi ağır gelirdi? Sonra ülke şartlarımızdaki kadınların genel çoğunluğunu düşündüm. Ekonomik bağımsızlığı olmadığı gibi, evladı olmayan, ya da para kazanan hayırlı evladı olmayan, şiddet mağduru anneler ne yapacaktı? Başta da söylediğimiz gibi, şiddet her yerde kol geziyor. Ama sanırız çaresiz bırakılan ve şiddete uğrayan kadınlar için durum gerçekten çok daha vahim.
Sağlık ve sevgiyle kalın…
* Prof.Dr., Ege Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Radyo ve sinema bölümü