Erkek egemen kültürün öğretileri ile kendi cinsel kimliğinizle var olmanın hiçbir önemi yoktur. O nedenle de hem kadınlar hem de erkekler kendilerinin güçlerinin farkına varmak istemezler.
Erkek egemen kültürün öğretileri ile kendi cinsel kimliğinizle var olmanın hiçbir önemi yoktur. O nedenle de hem kadınlar hem de erkekler kendilerinin güçlerinin farkına varmak istemezler. Dışlanmak, horlanmak, kabul görememek, mücadele etmek zordur.
Oysa kabul ederseniz bir yandan kendinize acır, diğer yandan bu acıma duygusunu fedakarlık adı altında süsleyerek çevrenizi sinsi sinsi yönetmeyi başarırsınız. Şiddet şekil değiştirir ve siz şiddet göreni oynarken bir yanda da şiddeti uygulayan olursunuz. Ya da farklı olmayı seçmiş gibi yaparak erkek egemen kültürün ürettiği “güçlü olmak” tanımının gerekleriyle kuşanmayı seçersiniz. Gücün araçları olan para, mevkii, unvan gibi dışardan edinilen silahlarla kuşanır ve yönetilmemek için yöneten olmayı seçersiniz. Ancak burada aslında güçlü olan benlik değil, silahların o benlikte yarattığı sanal güvendir. Bu noktada kendi olmak, kadın olarak ya da erkek olarak var olmak yine tercih edilemez çünkü bu tercih aynı zamanda silahsızlanmayı da gerektirir. Oysa korku ve şiddetle bezenen bilinçlerin korkusuz ve silahsızlanma yolunda ilerlemeleri çok zordur. Gerçekten cesaret ister, gerçekten yürek ister, gerçeklerle yüz yüze kalıp, aynada gözlerinin içine bakmak hiç de kolay değildir.
Ego’ların ben ben ben diyen çığlığı yerine ben’siz bir anlayışa varmak erkek egemen kültürün de sonunu getireceği için buna asla izin verilmez. Sorgulamak, düşünmek, kadın veya erkek olarak varoluş için mücadele etmek sistemli olarak küçümsenir. Hep daha önemli bir şeylerin altı çizilir. Çizilmek zorundadır. Eğer kadınlar ve erkekler doğal cinsel kimleriyle var olabilirse onları korku ve şiddetle yönetmek imkansızlaşır. Düzenin sürdürülmesi tehlikeye girer.
Sorgulamaya gerek yoktur. Sorgulama yapılacaksa da bu kendinizin dışında bir sorgulama olmalıdır. Var olamadığınız sürece içinizde büyüyen “kendilik” nefreti ve bu nefreti görmenize engel olan egolar beslenmeli büyütülmeli, kadınlar ve erkekler “gibi” yaşamları içinde hep aynı döngülere, hep aynı sancılara mahkum edilmelidir.
Düşünürseniz, size dayatılan düşünce kalıplarının ötesine geçerseniz oyun bozulur, ancak oyunun devam etmesi istenmektedir, işte sansür de tam bu noktada yerini alır. Sansür için kendine yabancılaşmış egolar gerekmektedir. Çünkü sansür öteki ile başlar. En acı olan ise bizlerin kadınların ve erkeklerin kendi içlerimizde ötekileştirilmemiz ve bunu görmeyi seçmememizdir. O nedenle de önce kendi kendimize sansür uygulamaya başlarız, sonra kendimize yaptığımızı ötekilere de yapmak zorunda kalırız.
Var olamayan benlikler var olanlara tahammül edemez. Aslında herkes kendisi gibi olanların çoğalmasını ister, ne acı ki çoğunluklar var olamayan kadın ve erkeklerden oluşan kalabalıklardır. Kalabalıklar kalabalık olarak kaldığı sürece, kadınların ve erkeklerin önceliği kendi cinsel kimlikleri ile var olabilmek olmadığı sürece sansür nefes almak kadar doğal olarak yaşamımızdaki yerini koruyacaktır. Sansür şiddetin ve korkunun ete kemiğe bürünmüş sopası olmaya devam edecektir.