O’nu beş yıl önce tanıdım. Bugünlerde ise 60’lı yaşlarının başında.

O’nu beş yıl önce tanıdım. Bugünlerde ise 60’lı yaşlarının başında.  50’li yaşların ortasında bir kadın sadece kendisi için, yani eğitim sonrası hiçbir şey beklemeksizin, lisansüstü eğitim yapmak istiyordu. Bir yanım bu çabasına büyük bir saygı duyuyor, diğer yanım ise,  anlamaya çalışıyordu. Nitekim anlamaya çalışma çabalarım O’nu daha yakından tanıdıktan sonra cevabını bulmaya başladı. Ailesi çok uzun yıllar önce Karadeniz’in bir kentinden taşı toprağı altın İstanbul’a göç etmişti. Çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği bu Yeditepeli şehirde, çok istediği bir üniversitenin çok istediği bir bölümünü kazanmıştı.

Ülkenin en travmatik yıllarında yaşadı gençlik yıllarını. Çağdaşı pek çok genç gibi O da halkına inanıyor ve ülkenin aydınlık yarınlara kavuşacağını umuyordu. Bu yolda da hem sendikal mücadele veriyor hem dilin en güzel sözcükleriyle yazdığı şiirleriyle duygu ve düşüncelerini anlatmaya çalışıyordu.   Ülkenin karmakarışık olduğu, at izinin iti izine karıştığı dönemlerdi. Sözde sağ-sol davası ile temel sorunlar gözden kaçırılmaya çalışılıyor, gerçekleri söylemeye çalışan herkes kendini nezarethanede ya da hapiste buluyordu. Ülkenin üstünden buldozer gibi geçen 12 Eylül darbesi insanları, aileleri darmadağın savurmuştu. Binlerce insanın sadece daha adil bir düzen hayalleri değil, hayatları da savrulmuştu. Daha güzel bir dünyanın mümkün olduğuna inanan bu mücadeleci kadın ise üniversiteden sonra girdiği bir sendikada çalışmaya devam ederken bir yandan da şiirlerini yazmaya devam ediyordu.  Ülkenin acı kaderi olsa gerek, gerçekleri söyleyen, ya da inandığı gerçekleri ya da düşlerini bir şekilde farklı anlatım biçimleriyle anlatmaya çalışan herkesin başı derde giriyordu. Barış, hak ya da özgürlük sözcüklerini kullanmak demek terörist damgası yemek için yeterliydi. Yüzlerce insan ya hapisteydi, ya da canını kurtarmak için çok zor şartlarda da olsa yurt dışına gitmişlerdi.  Bazı gençler ise idam edilmişti. İdam için yaşı büyütülen ve sonra idam edilen Erdal Eren ise yürekleri en çok dağlayanların başında geliyordu. 17 yaşındaki gencin ülkenin sonunu getireceğine inanan darbeciler yaşını mahkemede büyüttürmüşler ve idam etmişlerdi. Bu idealist ve insan sevgisiyle dolu kadın ise Erdal Eren ile ilgili olarak yüreğinde hissettiklerini dizlere dökmüştü ve bir dergide yayınlanmıştı. Ancak Hitler’in propaganda bakanı Göbels’in “Savaş zamanı sözcükler birer silahtır..” şiarına inanan yöneticiler ülkenin her daim savaşta olduğuna inanmış olacaklar ki, şiirdeki dizeleri silah olarak gördükleri için, kadın kendini hapiste bulmuştu. Üniversiteyi bitirdikten sonra lisansüstü eğitimi yapmayı düşlerken kendini hapiste bulan kadın, hayallerini ötelemişti, ama asla aklından çıkarmamıştı.
 
Hapisten çıktıktan sonra hayat kavgasına ve sendikal mücadelesine devam etmişti. Yaşlılıkta kirada olmamak için ev alma çabası da yıllarını almıştı. Derken yıllar yılları kovalamış ve emeklilik hakkını kazanır kazanmaz emekli olmuş ve yıllardır ertelediği hayallerinin peşine düşmüştü. Bu arada aldığı evin İstanbul’da adalardan birinde olması nedeniyle nemden dolayı sağlık sorunları yaşamaya başlamıştı. Ama deniz kıyısından da vaz geçemiyordu.  İki hayalini gerçekleştirebileceği formülü bulmuştu. İzmir’in deniz kıyısındaki bir kasabada yaşayacak ve oradan okula gidip gelerek yüksek lisansını yapacaktı. Hayali, projesi şahane görünüyordu. Nitekim yüksek lisansa özel öğrenci olarak başladı. İlk yıl derslerde çok başarılıydı, ancak onca yıl ve yaşananlardan sonra dil barajını aşamadığı için yüksek lisans eğitimini tamamlayamadı. Yıllarca hayalini kurduğu proje, yıların acımasızlığı sonucu yarıda kalmıştı. Şimdilerde ise bir yandan sağlık sorunlarıyla ve ailesiyle uğraşıyor, öte yandan da serbest okumalara ve şiirlerini yazmaya devam ediyor.

Sağlık ve sevgiyle kalın.